Saturday 30 November 2013

Prag'da Bir Gece

Kızın doğum günü yaklaşıyordu, uzaktaydı. Hiçbirşey yolunda gitmediğinden olsa gerek, ilk kez yaptıkları yerine yapmadıklarını düşündü...

Hayali dünyayı gezmekti, ama hiç tek başına yolculuk yapmamıştı..

Gidecek daha egzotik yerler hep bulunduğundan, neredeyse hiç avrupa ülkesi görmemişti...

Kalabalığın içinde hiç yalnız değil de tek başına olmamıştı..

Nedenini bilmeden bir bilet aldı.

Doğum gününde gidiyordu, Prag’a..  hayat da daha kötüye gidiyordu.. Doğum gününde eve gelmek yerine, başını alıp başka bir yere gideceğini duyunca annesi bile küsmüştü. Babasını özledi, ama o, konuşmuyordu o ara, hastaydı önce babası, ama artık hasta değildi en azından..

Gerçek sadece 3 dostu vardı, ve sadece biri ona git dedi.

Nedenini bilmeden gitti.

Doğum gününün başlamasına 1 saat kala, saat Prag’da 11’i gösteriyordu ve o, tek başınaydı. Neden geldiğini düşündü. Bilmiyordu. Neden orayı sectiğini, saat 12’de ne yapıyor olacağını, annesinin aramadığını, yine de yalnız hissetmiyor gibi olduğunu, ne yapmak istediğini, ne yapmak istemediğini… bir sürü şey düşündü. Meydanda bir heykel gibi dikilirken, sonunda düşünmeyi bıraktı.

Doğum günü’nü bir otel odasında tek başına geçirmemesi gerektiğini düşündü.
 
Meydanın arka sokağına yürüdü, bir jazz kulübü vardı. Girdi.

Konserin olduğu oda onun bekar odasından bile küçüktü, sende katı ise o odadan daha da küçüktü. Sahnenin önünde başlayan masaların hepsi doluydu, her yer müzik ve insan doluydu. İnsanlar başlarını kapıdan içeriye doğru uzatıp geri dönüyorlardı, oturacak yer yoktu, o’da döndü ama gidemedi. Çıkıp bardan bir şişe şarap aldı. Gidecek yeri yoktu, oturacak sandalye yoktu ama sahnenin onunden sende katına çıkan merdiven vardi.

Merdivenin basamakları… basamaklarda müzik vardı. Müzik çağırdı, kız oturdu. Saatini ve telefonunu çıkardı, çantasına koydu, çantayı merdivenin en alt basamağına yerleştirdi. Saat 12’de ne olacağının önemi yoktu, kız “hangi şarkı çalar acaba?” diye düşündü.

Müzisyenlerle gözgöze geldi, gülümsediler, selamladılar onu..

“Galiba yalnız değilim..”


Gelip geçenler, merdivenden inip çıkanlar da selamladılar kızı.. Gülümsedi kız, yalnız değildi galiba..

“Hem kimse olmasa da babam var zaten, artık hasta değil, benimle her yere gelebilir..”

Gelmiş miydi acaba? Müzisyenlerden biri gülümsedi, kız düşünmekten vazgeçti.

Zaman geçti, Müzik geçti.. Bilmediği bir şarkının sonuna gelirken grubun solisti sahneden indi, elinde armonikasıyla merdivenlerin önünde diz çöktü. Kızın gözlerine bakıyordu. Final solosunu çaldı. Kız gülümsedi. Kadehini kaldırdı. Adam selam verdikten sonra ona sahneye göndü.

 Mikrofona eğildi, “It’s just passed the midnight”. 

Kızın sarhoş zihninde şimşekler!
Neden geldiğini bilmediği, dilini bilmediği ülkeyi , adını bilmediği barını, hiç tanımadığı insanları.. evden kilometrelerce uzak.

Saat 12’den, yeni yaşından ve kendinden umudunu kesmişken, hayatında ilk kez gördüğü bir adam, yaptığı jest ve çaldığı soloyla farkında bile olmadan, doğum gününü kutlamış, müziğini ve umudunu ona hediye etmişti. Olabilir miydi?

Adam konuşmaya devam etti. “It’s just passed the midnight and now it’s the best time for Ray Charles.” Jazz sevmeyen babasının itiraz etmediği tek adam..

Sonrası şarabın uyuşturduğu yüzünden akan iki damla yaş.. baterist ağladığını ondan önce farketti. Kız gülümsedi. Babası gelmişti..

Kızın annesiz, ailesiz, pastasız, mumsuz, ve arkadaşsız doğum günü partisi devam etti. Davetliler neyi kutladıklarının farkında değillerdi, müzik dökülüyordu her yerden , umut ve bir garip enerji… Alkol’ün de etkisiyle olsa gerek herkes birbirine gülümserken, kız şarkı söylerken, önemi de yoktu zaten.

Bitiyordu artik parti. Solist orkestrayi tanıttı, mikrofonu alıp sahneden indi. Merdivenlerin önündeydi. Şarki söylüyordu. Kıza baktı, o doğum günü hediyesini vereli cok olmuştu, artık elinde armonikasi da yoktu ve adam, yine farkinda olmadan, bu kez kızın kendi kendine vereceği doğum günü hediyesini bekliyordu.

Kız ayağa kalktı. Merdivenlerden aşağı indi. Şarkıyı birlikte bitirdiler. Ve biterken hayatının en güzel partisi, o küçücük oda ona bir yanıt verdi. Kız artık gidebilirdi, çünkü neden geldiğini biliyordu.

Müzisyenlerin yanına gidip teşekkür etmeyi düşünürken, onlar kızın yanına geldiler. Sohbet ettiler, kız sadece, “Teşekkür ederim ,aldığım en güzel doğum günü hediyesiydi” diyebildi.

“Yarın yine gel” dedi müzisyenlerden biri. “Gelemem, yakalamam gereken bir uçak var.” Adam, “Yakalayabileceğin bir sürü uçak var, kal” dedi. Kız “Ama gitmem gerekiyor” dedi. Tekrar teşekkür edip çıktı.

3 dostundan biri aradı sonra, o saatte. Kız anlattı. Adamlar neye sebep olduklarını bile bilmiyordu.  Dostu dedi ki “onlara bir mektup yaz”.

Kız yazdı.

“You have no idea what you had done..” diye başlıyordu. Kız hepsini anlattı. Sonuna adını yazmadı ama, adını bilmiyorlardı.

 “Merdivenlerde oturan kız” diye yazdı. Mektubunu zarfa koyup kulübün kapısına gitti. Grubun adını kapıya asılı programdan o zaman öğrendi. Isimdi işte. Zarfa yazıp kapının kenarına sıkıştırdı. Uçağı yakalaması gerektiği için değil, bütün cevaplarını onlar akşam verdikleri için gidiyordu. Yolculuk bitmişti. Şimdi eve gidip hikayeyi 3. Dosta anlatma zamanıydı.

Havaalanına giderken düşündü, “Acaba zarfı bulurlar mı?”..

Önemi yoktu.

Cevaplarını almıştı..

Ve Bazen..

Bir kelebeğin kanat çırpması, dünyanın başka bir ucunda fırtınalar koparırdı..


No comments:

Post a Comment