Kızın doğum günü yaklaşıyordu, uzaktaydı. Hiçbirşey yolunda
gitmediğinden olsa gerek, ilk kez yaptıkları yerine yapmadıklarını düşündü...
Hayali dünyayı gezmekti, ama hiç tek başına yolculuk
yapmamıştı..
Gidecek daha egzotik yerler hep bulunduğundan, neredeyse hiç
avrupa ülkesi görmemişti...
Kalabalığın içinde hiç yalnız değil de tek başına olmamıştı..
Nedenini bilmeden bir bilet aldı.
Doğum gününde gidiyordu, Prag’a.. hayat da daha kötüye gidiyordu.. Doğum
gününde eve gelmek yerine, başını alıp başka bir yere gideceğini duyunca annesi
bile küsmüştü. Babasını özledi, ama o, konuşmuyordu o ara, hastaydı önce
babası, ama artık hasta değildi en azından..
Gerçek sadece 3 dostu vardı, ve sadece biri ona git dedi.
Nedenini bilmeden gitti.
Doğum gününün başlamasına 1 saat kala, saat Prag’da 11’i gösteriyordu
ve o, tek başınaydı. Neden geldiğini düşündü. Bilmiyordu. Neden orayı sectiğini,
saat 12’de ne yapıyor olacağını, annesinin aramadığını, yine de yalnız
hissetmiyor gibi olduğunu, ne yapmak istediğini, ne yapmak istemediğini… bir
sürü şey düşündü. Meydanda bir heykel gibi dikilirken, sonunda düşünmeyi
bıraktı.
Doğum günü’nü bir otel odasında tek başına geçirmemesi
gerektiğini düşündü.
Meydanın arka sokağına yürüdü, bir jazz kulübü vardı. Girdi.
Konserin olduğu oda onun bekar odasından bile küçüktü, sende katı ise o odadan daha da küçüktü. Sahnenin önünde başlayan masaların hepsi doluydu, her yer müzik ve insan doluydu. İnsanlar başlarını kapıdan içeriye doğru uzatıp geri dönüyorlardı, oturacak yer yoktu, o’da döndü ama gidemedi. Çıkıp bardan bir şişe şarap aldı. Gidecek yeri yoktu, oturacak sandalye yoktu ama sahnenin onunden sende katına çıkan merdiven vardi.
Merdivenin basamakları… basamaklarda müzik vardı. Müzik çağırdı, kız oturdu. Saatini ve telefonunu çıkardı, çantasına koydu, çantayı merdivenin en alt basamağına yerleştirdi. Saat 12’de ne olacağının önemi yoktu, kız “hangi şarkı çalar acaba?” diye düşündü.
Konserin olduğu oda onun bekar odasından bile küçüktü, sende katı ise o odadan daha da küçüktü. Sahnenin önünde başlayan masaların hepsi doluydu, her yer müzik ve insan doluydu. İnsanlar başlarını kapıdan içeriye doğru uzatıp geri dönüyorlardı, oturacak yer yoktu, o’da döndü ama gidemedi. Çıkıp bardan bir şişe şarap aldı. Gidecek yeri yoktu, oturacak sandalye yoktu ama sahnenin onunden sende katına çıkan merdiven vardi.
Merdivenin basamakları… basamaklarda müzik vardı. Müzik çağırdı, kız oturdu. Saatini ve telefonunu çıkardı, çantasına koydu, çantayı merdivenin en alt basamağına yerleştirdi. Saat 12’de ne olacağının önemi yoktu, kız “hangi şarkı çalar acaba?” diye düşündü.
Müzisyenlerle gözgöze geldi, gülümsediler, selamladılar onu..
“Galiba yalnız değilim..”
Gelip geçenler, merdivenden inip çıkanlar da selamladılar
kızı.. Gülümsedi kız, yalnız değildi galiba..
“Hem kimse olmasa da babam var zaten, artık hasta değil,
benimle her yere gelebilir..”
Gelmiş miydi acaba? Müzisyenlerden biri gülümsedi, kız
düşünmekten vazgeçti.
Zaman geçti, Müzik geçti.. Bilmediği bir şarkının sonuna gelirken
grubun solisti sahneden indi, elinde armonikasıyla merdivenlerin önünde diz
çöktü. Kızın gözlerine bakıyordu. Final solosunu çaldı. Kız gülümsedi. Kadehini
kaldırdı. Adam selam verdikten sonra ona sahneye göndü.
Mikrofona eğildi, “It’s
just passed the midnight”.
Kızın sarhoş zihninde şimşekler!
Neden geldiğini bilmediği, dilini bilmediği ülkeyi , adını
bilmediği barını, hiç tanımadığı insanları.. evden kilometrelerce uzak.
Saat 12’den, yeni yaşından ve kendinden umudunu kesmişken,
hayatında ilk kez gördüğü bir adam, yaptığı jest ve çaldığı soloyla farkında bile
olmadan, doğum gününü kutlamış, müziğini ve umudunu ona hediye etmişti.
Olabilir miydi?
Adam konuşmaya devam etti. “It’s just passed the midnight and
now it’s the best time for Ray Charles.” Jazz sevmeyen babasının itiraz etmediği
tek adam..
Sonrası şarabın uyuşturduğu yüzünden akan iki damla yaş..
baterist ağladığını ondan önce farketti. Kız gülümsedi. Babası gelmişti..
Kızın annesiz, ailesiz, pastasız, mumsuz, ve arkadaşsız
doğum günü partisi devam etti. Davetliler neyi kutladıklarının farkında değillerdi,
müzik dökülüyordu her yerden , umut ve bir garip enerji… Alkol’ün de etkisiyle olsa
gerek herkes birbirine gülümserken, kız şarkı söylerken, önemi de yoktu zaten.
Bitiyordu artik parti. Solist orkestrayi tanıttı, mikrofonu
alıp sahneden indi. Merdivenlerin önündeydi. Şarki söylüyordu. Kıza baktı, o
doğum günü hediyesini vereli cok olmuştu, artık elinde armonikasi da yoktu ve
adam, yine farkinda olmadan, bu kez kızın kendi kendine vereceği doğum günü
hediyesini bekliyordu.
Kız ayağa kalktı. Merdivenlerden aşağı indi. Şarkıyı
birlikte bitirdiler. Ve biterken hayatının en güzel partisi, o küçücük oda ona
bir yanıt verdi. Kız artık gidebilirdi, çünkü neden geldiğini biliyordu.
Müzisyenlerin yanına gidip teşekkür etmeyi düşünürken, onlar
kızın yanına geldiler. Sohbet ettiler, kız sadece, “Teşekkür ederim ,aldığım en
güzel doğum günü hediyesiydi” diyebildi.
“Yarın yine gel” dedi müzisyenlerden biri. “Gelemem,
yakalamam gereken bir uçak var.” Adam, “Yakalayabileceğin bir sürü uçak var,
kal” dedi. Kız “Ama gitmem gerekiyor” dedi. Tekrar teşekkür edip çıktı.
3 dostundan biri aradı sonra, o saatte. Kız anlattı. Adamlar
neye sebep olduklarını bile bilmiyordu.
Dostu dedi ki “onlara bir mektup yaz”.
Kız yazdı.
“You have no idea what you had done..” diye başlıyordu. Kız
hepsini anlattı. Sonuna adını yazmadı ama, adını bilmiyorlardı.
“Merdivenlerde oturan
kız” diye yazdı. Mektubunu zarfa koyup kulübün kapısına gitti. Grubun adını kapıya
asılı programdan o zaman öğrendi. Isimdi işte. Zarfa yazıp kapının kenarına
sıkıştırdı. Uçağı yakalaması gerektiği için değil, bütün cevaplarını onlar
akşam verdikleri için gidiyordu. Yolculuk bitmişti. Şimdi eve gidip hikayeyi 3.
Dosta anlatma zamanıydı.
Havaalanına giderken düşündü, “Acaba zarfı bulurlar mı?”..
Önemi yoktu.
Cevaplarını almıştı..
Ve Bazen..
Bir kelebeğin kanat çırpması, dünyanın başka bir ucunda
fırtınalar koparırdı..