Thursday 23 April 2015

Taşındık!!!

Sevgili ve bir o kadar da değerli arkadaşlarım, 

Yazılarımı artık yeni bir siteden yazmaya başladım. 

Beni www.sedefapakgun.wordpress.com 'dan takip edebilirsiniz. 

Sevgiler ve saygılar,

Sedef Apakgun xx

Tuesday 10 February 2015

Sevgililer Günü’ne Göre Kişilik Analizleri

Yine geldik yılın “o” zamanına. Sevgililer günü zamanı. İngiltere gibi bir yerde böyle bir günü görmezden gelmek olmaz, çünkü bu ülke her özel günü steroidlerde yaşıyor. Eksiksiz ve abartılı. Nasıl bu ülke dört mevsimi de çocuk kitaplarında gösterildiği gibi yaşıyorsa, özel günlerde öyle. Misal Eylül ortasında geliyoruz buraya yeni bir akademik dönemin başlangıcı, bütün dükkanlar ve mekanlar Halloween için turuncu ve siyaha bürünmüş oluyor, sonrasında ise yeşil ve kırmızı gündemde oluyor Christmas’ı bekliyorlar, bunu Yılbaşına da bağlıyorlar, hemen yılbaşından sonra ise bütün mekanlar kıpkırmızı oluyor, sonrasında St. Patrick’s Day di efendim bahara giriş, bahardan çıkış ile yaza giriş ve yazdan çıkış sonra yine Halloween.  Her özel güne göre değişim yaşıyorlar. Bu sevgililer günü ise başka bir şey.

 Bir sürü farklı insan olduğu gibi kutlamalar da farklı oluyor. Ocak ve Şubat antik çağlarda St. Valentine hikayesinden önce aşk zamanı olarak anılıyor, ben demiyorum tarihçiler diyor. Zeus ve Hera’nın kutsal evlilikleri Ocak ayının ortası ve Şubat ayının ortası olarak bir zaman diliminde olmuş. Daha sonra St. Valentine hikayesi ve ondan sonra 14 Şubat genel olarak kuşların çiftleşme dönemi olarak bilinirdi ve günün bu özelliğinden dolayı sevgililer birbirlerine güzel sözler yazan notlar vermekteydi ve bu notlarda birbirlerine Valentine diye hitap etmekteydiler. Basit ve düşünceli. Şimdilerde ise benim açımdan bu Sevgililer Günü olayı çok saçma sapan bir hal almış durumda. Tamamen ticaret haline getirip esas amaçtan sarpmışlar.

Misal, 14 Şubat’da burda normal sinemadan biraz daha fazla özellik taşıyan bir sinemada bir filme gitmek istiyordum biletlere baktım, fiyatı görünce beni çarpıntı tuttu, efendim normalde 20 pound olan bilet 80 pounddan fazlaymış. Sinirlendim. Tamam fiyatı bu kadar fazla yaptın ama niye yaptın? Altın mı var popcornların içinde? Şampanya mı var kola yerine? Sinirlendim. Sırf özel bir gün olduğu için fahiş fiyatlandırmalara asaplarım bozuluyor. Yapacak bir şey yok yılbaşı mantığı ile yürümek gerek, gün özelse cebin delinecek arkadaş, bu böyle.

Neyse, bütün ticaret ve mekanları da eleştirdiğime göre uzun bir süredir sizlere sevgililer gününde gözlemlediğim ve analiz ettiğim üç farklı bayan türü tezimi sunmak isterim.

1)      Sevgililer Günü’nü Destekleyenler (Sevgilisi Olanlar):
Bu kategoride olan kişiler sevgililer günü’ne önem verirler, çiçek, çikolata kaplı çilek, ayıcık, mayıcık, budicik midicik gibi şeyleri bekleyen sevgi pıtırcıkları, aşk böcekleridir. Genel olarak romantiktirler ve sevgilileri odun olsun olmasın beklentileri çok büyüktür. Sevgililerine bir ay önceden üstü kapalı mesajlar verirler, “Ehh sevgililer günü’de yaklaşıyor” gibi bir giriş yapıp alt yazı olarak “Bana mükemmel bir sürpriz yapmak için bir ay’ın var, eğer yapmazsan seni trip manyağı ederim, her kavgamızda bunu öne sürerim, derini yüzer üstüne tuz basar, limon sıkarım. Uyarayım.” Demek isterler. İstisnalar kaideyi bozmaz, eminim hepinizin etrafında bir tane bile olsa bu tip bir insan bulunmaktadır. Ben önceden söyleyeyim de aman güme gitmeyin baylar.

2)      Sevgililer Günü’nü Desteklemeyenler (Sevgilisi Olmayanlar):
“Aman hiç sevmiyorum öyle sevgililer günüymüş. Kapitalist düzenin bir oyunu. Tamamen para tuzağı. Yok, hayır sırf sevgilim yok diye demiyorum, hem sevgilim olsa bile ben öyle gülmüş, bilmem neymiş, vıcık vıcık bir ilişki hiç bana göre değil. Bana bir large pizza, film ve bira ile gelsinler abijimm. Diğerleri ile hiç işim olmaz.” Diye savunup 14 Şubat gecesinin sonunda kendini bir şişe şarabın dibine gelmiş, etrafında erimiş yapışmış çikolatalar ile ağlayarak kendini banyonun zemininde bulurlar. (Çikolata ve Şarap ikilisi ne kadar filmlerde ve kitaplarda mükemmel bir ikili gibi görünse de denemeyin, mideye zarar. Yazık günah.)

3)      Sevgililer Günü’nü Desteklemez Gibi Görünüp Aslında Destekleyenler (Uzun Süredir Sevgilisi Olmayıp Yeni Sevgili Yapanlar):
Bu bayanlarımız ise, kategori iki’den kategori bir’e terfi etmiş içindeki küçük “ormantiği” yeni farkeden yeni yetme sevgili statüsüne erişmiş kimsedirler. Kapitalist düzenin bir parçası olduğuna, tamamen para tuzağı tezlerini çok uzun bir süre savunmuş olup, postu yere vurmamak için, Sevgililer günü’nü önemsemezmiş gibi davranırlar, ama kutlamak istediklerini de küçük parçalarla belli etmeye çalışırlar. Material olarak bir beklentileri olmasa bile, içten içe küçük beklentileri vardır. Sevgilileri önemsemez tavırlarını gerçekten günü önemsemezmiş gibi anladıklarının farkında olmazlar, kendileri gibi komplike düşünen bir yaratık ile ilişkide olduklarını sanıp büyük bir hayal kırıklığının eşiğindedirler. Gece sonu muhtemelen postu yere vurup, sevgilileri ile kavga edebilirler veya gerçekten içten içe çok üzülebilirler.

Üçüncü kategoride bulunan bayanlar, eğer bir beklentiniz varsa açık açık söyleyin çünkü erkekler bizim gibi komplike düşünmüyorlar, onlar bir şeyi sevmiyorum diyorlarsa sevmiyorlar ama biz bir şeyi sevmiyorum dediğimizde aslında “Sevmiyorum, ama yarım saat sonra sevebilirim ama sevmeyede bilirim, yarın sevebilirim aslında. Ama sevmiyorum şimdi. Gelme üstüme! Benim gel gitlerim var!” diye düşünüyoruz. Kadın olmak çok zor dostum. Ben bile çoğu zaman ne istediğimi bilmiyorum, bir gün elmayı sevebilirim ertesi günü sevmeyebilirim. Benim gel gitlerim var. Sorgulamayın.

Uzun lafın kısası, Sevgi pıtırcıklarına bol aşklı böcekli möcekli sevgililer günü, yalnız olanlara ise şarapları ile güzel randevüüüler dilerim.

Ve Baylar..


Size tavsiyem her halukarda el altında Sevgililer Günü için bir şeyler bulundurun. B Planı olarak. Yanlışlıkla güme gitmeyin de sonradan toparlaması çok zor olur. Kadın olarak böyle hataları unutmuyoruz maalesef. 

Monday 19 January 2015

Bu Bünye Adrenalin İster

Sonunda bu da oldu. Delirdim. 4 Aylık Master eğitimimde en sonunda dellendim. Bugün sabah öyle bir modda uyandım ki, napıyorum ben hayatımla diye sorgulamaya başladım. Hiçbirşey! Dağlarda ve bayırlarda koşmak varken ben bir şehirde tıkılı kalmış ve sadece iki aydır başımı derslerden kaldırmamışım. Zaten çalışmaktan arta kalan zamanlarda ise uyumak en lüks aktivitem olmuş. Bunalımdaydım arkadaşlar, gerçekten. Ben çalışkan bir insan değilim. Gerçekten değilim. Bütün lise ve üniversite arkadaşlarım bilir, öyle oturup saatlerce çalışabilecek bir yapım yok benim.

Etrafımdakiler bile bu özelliğime öyle bir adapte olmuşlar ki, Kıbrıs’taki bir haftalık tatilimde çalışırken annemler hayatlarının şoklarını yaşadı. Teyzeme gidip “Sedef sabah kalkıp çalışıyordu” dediğinde bile teyzem gülmüş ve gayet sarkastik bir cevap vermişti. Sonuç olarak gerçekten çalıştığımı bugün öğrendiler, inanmamışlar, “Kiiim Sedeeef Sabaaaah kalkıpppp çalıştııı ehuehuehueh yok daha neler” gibi. Sonuç olarak 22 yaşından sonra gerçekten normal öğrenci gibi çalışmaya başlayan Sedef delirdi.

4 ayda bir defa bile club’a gidemedikten sonra geçen haftasonu bir underground club’a gittik. Ayağımda postal botlarım, bir kot ve atlet ile sadece coşmak istiyordum. Yaşadığımı, genç olduğumu hatırlamam lazımdı. Ve o müzik kanıma girerken, dik yukarı hoplayıp zıplarken, uzun bir süreden sonra nefes aldığımı ve yaşadığımı hissettim ve bu beni herkesin kendine sıklıkla sorduğu soruları kendime sormama itti.

“Napıyorum ben? Niye bu kadar kasıyorum ki?” Hippi olasım var yemin ediyorum sokaklarda yatıp, otostop çekerek dünya’yı dolaşayım mesela. Gopro almışım extreme spor olarak sadece metro’ya inip biniyorum bu ne yaa?! Millet skydiving yapar, sörf yapar ne bileyim bir yerlerden atlar zıplar, ben ancakta oturup Kardashian poposu büyüteyim. Oldu cınııım. Olmaz artık. Bugün delirdikten sonra çok değişik kararlar aldım. Bildiğin “Ölmeden önce yapmak istediğim 1902819827 şey” a.k.a. “Bucket List” yaptım. 1 saat metro’da giderken etrafımda da robotlaşmış insanları gördükçe yapacağım en mantıklı şey buydu zaten.

Önceliklerim arasında SKYDIVING VAR! Yapacağım sayın seyirciler! Her ne kadar uçaktan korkan bir insan olsamda bunu yapmadan ölmeyeceğim! (Anne hemen delirme, iş işten geçtikten sonra haberin olacak). Groupon’a üye oldum. Bütün extreme sportları seçtim. Ne kadar antin kuntin adrenalin isteyen şey varsa hepsine üye olacağım. Yemeyip içmeyip cep harçlığımı bunlara yatıracağım. Böyle otur otur evde hayat mı geçer? Geçmez.

Radikal kararlar alıyorum. Öyle tembel hayvan gibi hayat geçirmeyeceğim. Pamuk ipliğine bağlı hayatım, bana verilen en güzel hediyeyi neden boş boş harcayarak geçireğim ki? Bunu kendime niye yapayım? Sırf geleceğim için endişelenerek zaten bayağı zaman harcamışım, ve mutsuz olmuşum. Bunalıma girmişim. Bu endişenmek bana 7 kiloya ve psikolojik hasar ile birlikte kendi içimdeki benliğimden kopmama neden olmuş. Öncelikle o 7 kiloyu vermeye başlayarak hayatımı daha yaşanası hale getirmeye çalışacağım.

Ben adrenalin’in şiddetli bir şekilde vücudumu ve damarlarımı ele geçirmesini hissetmek istiyorum.

Boş boş yaşamak bana göre değil, daha az endişelenip, daha çok coşmak istiyorum.

Boş vakitlerimde uçaktan atlayıp, köpekbalıkları ile yüzmek istiyorum. 

Sunday 21 December 2014

Dayanak Noktası

Girdim blog’uma yine bakıyorum benim için yazmayalı o kadar zaman olmuş ki bir blog’um olduğunu unutmuşum. Gerçi bu aralar ben kim olduğumu da unutmuşum ya orası ayrı. Değişim insan’ı ne kadar etkiliyormuş meğersem.. Değişiklik güzeldir diye biliyordum ben, güzel olmasına güzel de alışma sürecine ne diyeceğiz?

4 senedir yaşadığım “kasaba’yı” bırakıp gelmişim büyük bir şehre. Çok güzel yeni hayat, yeni okul, yeni heyecan evet ama size açık konuşacağım darmadağın olduk. Bu şehir bizi bitirdi, kasaba hayatındaki yaşantını büyük şehre uyarlamaya çalışmak güzel bir Amerikan dizisini Türkçe’ye uyarlayıp berbat etmek ile aynı şeymiş meğersem.

Hayat berbat değil ama alışma süreci dediğimiz süreç var ya gerçekten iyileşme süreci gibi bir şey.

Hastalıkta veya bir ameliyattan sonra olur ya o iyileşme süreci, çok ağrılı ve çok uzuuuuuuun süren bir süreç aynen öyle. Tek farkı biz ağrı kesici yerine alkol ile tedavi etmeye çalıştık bu alışma sürecini.  İyileşme sürecinde hastaların yanında her zaman en yakınları olur ve acılarını biraz olsun dindirir ya benim yanımdaki insanlarda bu sürecin daha az acılı geçmesini sağladı. Dayanak noktalarım. Ev arkadaşım, kardeşim, tek dostum (şımarma) ve daha bir sürü insan tabii ki.

Bu eve taşınırken ve ev arayışlarımızda her ne kadar birbirimizi bıçaklama yolunda olmuş olsak ta eğer bu şehirde tek başıma olsaydım ve o dayanak noktalarım olmasaydı ben bu kadar güçlü ve bu alışma sürecini atlatamazdım. Mutsuzdum çünkü, geldiğim anda başımdan bir sürü olay geçti, fiziksel olarak değil, ama psikolojik olarak sarsıldım. Etrafımdaki insanlar olmasaydı benim binamın temelleri sağlam olmasaydı, dayanaklarım olmasaydı, çökerdim, moloz yığınından bir farkım olmazdı.

Hala daha benzer bir süreç’ten geçiyorum çünkü gelecek kaygısı gibi bir şey var hayatımda, kendi hayatımı kurmaya çalışıyorum.. Kurmaya çalışırken de zaten şu anda kurulu olan hayatımı da mahfetmemeye çalışıyorum.. Dayanaklarım beni ayakta tutuyor. Bunları farketmem ise beni daha da güçlü kılıyor. Ben çünkü her zaman güçlü görünmeye çalışıp yardıma ihtiyacım olmadığını düşünüyordum, herşeyi kendim yapabilirim!

Ama öyle bir şey yok arkadaşım. Yardım almak zayıflık göstergesi değil, gerekirse ağla, yapamıyorum de..Çünkü öyle bir durum olur ki, bataklığın içinde gibi oluyorsun çırpındıkça ve çabaladıkça daha beter batıyorsun.. Ama seni o bataklıktan kurtarabilecek tek şey sadece küçük bir yardım elidir..

Sonuçta herşeyi tek başımıza öğrenemiyoruz, yürümeye çalışırken popomuzun üstüne 100 defa düştük noldu? Anne babamız bizi tuttu kaldırdı, yine denedik yine düştük sonuçta yürümeyi başardık.. Hoş gerçek hayatta kendi başına yürümeye başlarken düşmen daha trajik oluyor, ağzın burnun dağılıyor mesela, ama olsun yine kalkıyorsun yine devam ediyorsun..

Tam vazgeçecekken bir el geliyor.. “Merak etme beraber halledeceğiz.” Cümlesi ile bütün korkularını alıp götürüyor..

En dipdeyken kendini en yalnız hissettiğin anda Kıbrıs’tan ablan geliyor mesela, buzluğunu dolduruyor ve yanında olması bir anda senin yine kendin gibi hissetmeni sağlıyor.

Kanın canın ne de olsa.

Getirdiği bulgur köftelerinin de tabii ki etkisi var ama öküzlük yapmayım şimdi.

Sonuç olarak insan’ın dayanak noktası olması lazım, en zor dururmda, en dipde olduğunda tutunup tekrar ayağa kalmasına yardımcı olacak..

Benim birden fazla dayanak noktam var mesela..


Hepsinin yeri ayrı.. Hepsinin değeri farklı.. 

Sunday 16 November 2014

Benim Gözüm’de Hayat Varmış Naber?!

Şimdi lens kullananlar gözlerinde zaman zaman bir tahriş olma, bir kızarma, bir kaşınma, bir batma bir şeyler olduğunu bilir, görür ve yaşar. En azından bir defa olsun. Bana gelince, lenssiz ve gözlüksüz görmemem dışında 10 senedir her 2 ay’da bir benim gözlerde bir şeyler atıyor, bir kızarma bir şaklabanlık bir taklalar bir şeyler. Gelgelelim ki yine geçen hafta sen lensleri tak, derse git, bir kaşınma var acaba bir şey mi battı deyip tuvalete git, aynaya bak, Freddie’nin kabusu karşında. Yemin ederim çığlık atmamak için kendimi zor tuttum. Halloween’de olsaydık insanlar o gözlere sahip olmak için paralar verirken benimki doğal olacaktı. Kırmızı rengin ne olduğunu ben o gün öğrendim.

Koş git hastane’ye, doktorlar sana gözünde mikro organizmalar üremiş onları bi temizleyelim demesinler mi. Mikro organizma arkadaşım mikro organizma! Canlı! Gözümde canlı varmış. Bayağı bildiğin yaşıyormuş. (Şimdi biyoloji bilmem ne okuyanlar bana demesin zaten gözünde bakteri yaşar vucüdunda da bilmem ne, normal yaşaması gereken bir bakteri, canlı olsaydı zaten evil eye gibi gezmezdim!)

Neyse. Nasıl dedim, yani, bayağı maykrooorganismms? Ar yu şurlar vat em ay gonna du’lar , internetten bakayım ne olduğuna derken, insanlar bu şerefsiz para vermeyen kiracılar yüzünden kör oluyormuş! Vay arkadaş! Kör oluyorum lan, diye sen bir ağla, bir kriz geçir, insanlar etrafında sana manyak bu diye baksın. Neyse, değişik tedaviye başladıktan sonra baktım benim gözümde hayat varmış. İstesemde yalnız kalmıyordum, benim mikro organizmalarım varmış! Üremiş işte gözümde, beni beğenmiş, benim gözümde hayat kurmaya başlamışlar. Öyle güzel gözlerim var, öyle mükemmel beni seçmiş. Polyannalığın nasıl bir vıcırığını çıkartmaktır bu. Öyle bir şey yok, bildiğin korkudan ömrümden 10 sene gitti.

Korkudan ağlarken bile ağrıyordu gözlerim. İnsan zaten acısından ağlar biraz olsun rahatlasın diye bana ağlamak bile haramdı o günler!  Öğrendiğimin ertesi günü sokağa çıktığımda ise, aman allahım, yürüyemiyordum! Görmüyordum! Ve korkuyordum, çok korkuyordum. Düşünsene, yalnız başınasın, benim gibi paranoyak herşeyi abartan bir insan internetten görmüş kör olma riski var diye, daha beter kesin kör olacağımlara bağlamış, zaten alışmakta güçlük çektiği bu zamanlarda bir de bu eksikti deyip, depresyon’un daha beter dibine batmış çıkmayı becerememiş gibi bir durumdaydım.

Gel gelelim geçti, ama etkileri geçmedi. Mesela psikolojik problemleri olan bir insan gibi ansızın her gece durduk yere ağlar oldum. Sırf ağlamamı tetikleyecek bir şey olmasın diye öyle duygusal müzik yerine Karnaval’dan (internet radyosu) eller havaya hop kop Türkçe müzikleri dinliyorum. Kuş havalandı kaçış mübahtır intikam soğuk bazen ara sıcaktır diyor mesela şimdi Ajda Ablamız.

Öyle de geçecek bu günlerim, bir taraftan Ajda Pekkan bir diğer taraftan Çak bi Selamlar olsun böyle şarkılar ile iyileşme sürecinde pozitif vibrafonlar almak lazım.

O zaman hangı şarkıyla kapatıyoruz yazımızı? Büyük üstad Tarkan’ın en anlamlı ve derinliğe sahip olan o mükemmel şarkısındaki o mükemmel nakarartındaki sözler ile kapatıyoruz.

“Hop de kendine hop de bir an kop gel hadi kopta gel inadından”.

Bak nasıl duygu yüklü, ben yine ağladım.

Fiziksel olarak iyi gitse de görünüldüğü gibi ruhsal olarak pek iyi gitmiyor iyileşmem.

Ayşe Hatun Önal’dan sonra benim müzik zevkim pek kolay iyileşecek gibi gözükmüyor ne de olsa.

Müzik ruhun gıdasıdır ama benim ruhum çok fena gıda zehirlenmesi geçiriyor şu anda.

Biri beni bu müzikleri dinlemekten durdursun. 

Yalvarırım.

Monday 10 November 2014

Beceriksizlik

Bu ara elime aldığım ne varsa hepsi kırılıyor, bir türlü beceremiyorum düzgün tutmayı, bir günde bir insan hem bardak hem kaşık kırabilirmi? Bardak hadi neyse de kaşık kırılabilirmi?! Kırılıyormuş. Yüklü negatif enerjim ile hem kendime, hem etrafımdaki insanlara hem de cisimlere zarar veriyorum bildiğin. Beceriksizim işte. Ne yapsam hep yarım yamalak, hiç tam olmuyor, ya eksik ya fazla, tam tamına olduğunu göremedim. 

Hepsi de benden kaynaklanıyor. Yetemiyorumda, sürekli kendi kendimi hayal kırıklığına uğratma, başkalarını hayal kırıklığına uğratma.. Bıkmadan usanmadan devamlı birilerini yüz üstü bırakıyormuşum gibi geliyor. Büyük beklentileri var benden, ama bilmiyorlar ki beceriksizim, ve beklentilerini karşılayabilecek kapasiteye belki de sahip değilim.. Elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyorum ama bir yerden kopuyor.. İstesem bile elimde olmayan sebeplerden ötürü kalıyor öyle.. Beceriksizim işte. Yeteneksizde olabilirim.

 Çok mantıklı bir yazı değil bu. Saçmalarım durduk yere, madem böyle bir hakkım var saçmalarım kardeşim. Ben beynimdende memnun değilim hiç. İnsan dediğin en zeki varlıkmış. Laf! İğrenç mahluklarız, hayır kafamızın içinde böyle beyin adını taktığımız bir mekanizma var, kullanmayı beceremiyoruz. 

Yemin ediyorum,  saçma sapan şeyleri düşüneceğimize, daha iyi şeyler yapmayı düşünsek uzay’da yaşamaya başlamıştık bile, atom falan parçalardık bütün gün, ne bileyim daha yararlı bir iş yapardık.. ama varsa yoksa kendi kendimize devleştirdiğimiz ufacık düşünceler var. Hayır madem böyle bir şey var kafamızın içinde, ya tam işlesin ya da hiç işlemesin. Düşünmeylim mesela, tartıp ölçmeyelim herşeyi, bin bir tane senaryo kurmayalım kafamızda,  kurduğumuz senaryo’lara inanıpta paranoyaklaşmaylım mesela..

 Madem böyle yaratıcı işlere yarıyor, kendi kuruntularımızı destekleyecek derece gereksiz işlere, insanlık için, kendimiz için daha iyi olacak işlere kullanabiliriz. Yok ama, gerizekalıyız.. kendi beynimiz, kendi kendimize acı çektirmekten başka bir işe yaramıyor. He bir de kullanmaya çalışırken, ders çalışırken, birşeyler okurken kafandaki senaryolar yüzünden konsantrasyon problemide yaşıyorsun.. 

Hem o derece işleyen bir beyin, hem de iki şeye birden odaklanamıyor, çünkü kafandaki kendi kendine kurduğun düşünceler o derece önemli bir  iş gibi geliyor ki geleceğini  belirleyecek olan işlere konsantre olamıyorsun. 

Bak sen, çok zekiyiz ya valla, en zeki mahluklarız bu dünya’da yaşayan. Harbiden. Müthiş.


Ya başlıycam şimdi en zeki varlığına da, beynine’de. Ben insan olmasaydım zaten kesin tembel hayvan olurdum. Bütün gün öyle yat, ağaçtan sark, yemek ye, uyu ve slow motion’da yaşa hayatı, oh mis.. En zeki varlık o tembel hayvanlar ha... Bak hayvan beynini kullanmıyor, varlığı yokluğu bir, herşey içgüdü ile alakalı.. 

Oh kebap!  Bir de diyorlar zekilik güzeldir, yok abi öyle güzelliği yok, bu kadar düşünmenin kendimize zarar vermekten başka bir işe yaradığını görmedim ben. İstemiyorum ben düşünmek falan, hayatımın geri kalanını tembel hayvan gibi geçirmeme izin varsa öyle geçirsem diyorum. Olursa güzel olur, olur bence, olsun yani. 

Wednesday 29 October 2014

Jaguar mı? Yoksa Bisiklet mi?


Bütün hayatım geleceği bekleyerek geçti ve geçmeye devam ediyor. Hiç bir şeye bugün başlamadım mesela hep ertesi güne bıraktım. Misal yarın diet’e başlıyorum bu hot wingslerden biraz daha yerim de başlarım.

Sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yermiş ya, yok bende öyle bir şey ben 22 yaşıma geldim hala sütten ağzım yanıyor. Ben hiç akıllanmam, uslanmam. Burnumun dikine giderim, kimseyi dinlemem. Diet’e başladım 3 gün sürdü sonra yine kendimi bir kova kızarmış tavuğun içinde buldum. Her zaman diet’e girerim kilo verir sonra o verdiğim kilolar iki ile çarpılarak bedenime geri döner. Akıllanmam uslanmam. Bir de inat var ki abov düşmanımın başına vermesin. İnadım inat. Asıl keçi.

Ben inat ettiysem bitmiştir, saçma sapan, abuk subuk şeylere inat ederim ama gerekli şeylerde değil, etrafımdakileri hayatlarından bezdiririm. Misal, ben bu hafta sonu bu dersleri bitireceğim demişliğim yok ama telefonumdaki bir oyunda high score yapmayı inat ederim. Hayat felsefesi bellemişim bunu demek ki. Böyle hayat felsefesi mi olur? Dün meditasyon yapayım dedim, 1 saat meditasyon yaptım 5 dakika sürdü dinginliğim. Sonrasında kendimi bir Article’a bağırırken buldum.

Bir insan sırf korktuğundan bazı şeyleri yapmaktan çekinir mi? Başarısız olmaktan korktuğum için derslere korkarak çalışır oldum, çalışamaz oldum hatta okuduklarımı anlayamaycağımı düşünüp daha beter bunalıma girdim. Ya başarısız olursam? Ya bu yaptıklarım hiç bir işime yaramazsa? Kaç kişi harika bir CV’ye sahip olup iş bulamazken ya bende onların içinde yer alırsam. Ya gerçekten istediğim geleceğe ulaşamazsam? Hayattaki en büyük korkularımdan biri başarısızlık.. Hayır ne var başarısız olursak? Düşe kalka öğrendik yürümeyi de herşeye rağmen hayatta kaldık, herşeye rağmen gülümsemeyi başardık, kalbimiz paramparça oldu ama yine de tuz buz olmuş kalbimizi toparlayıp bir bütün haline çevirmeyi becerebildik..

Benim için ise.. Mükemmel değilim.. Korkularım var.. Çok büyük korkularım, gelecekten korkuyorum... üstesinden gelmeye çalıştığım, ileriye bakmama engel, şimdi yaptıklarımın geleceğimi etkileyeceğini bilmek ve yetersiz olabileceğimi düşünmek.. Ya yapamazsam? Ya bende olanlar hayallerimi gerçekleştirmeye yetersiz ise, sadece hayal sonuçta. Ya ben büyük adam olamazsam? Ya hiç adam olamazsam?

Ve bu düşüncelerim beni büyük adam olmaya giden anayola çıkmama engel oluyor, tali yolda bekliyorum, herkes binmiş Jaguar’ına 200 km’de o anayolda büyük adam olma yolunda ilerlemeye devam ediyor.. Altımdakinin bir Jaguar’mı yoksa bisikletmi olduğunu çözebilmiş değilim.

Çünkü eğer Jaguar’ım varsa elbet o yola gireceğim ama bisikletler bisiklet yolunda gitmek zorunda anayola çıkamazlar. Jaguar’ım anayolda bozulsa bile tamir edilir yola devam edilir ama bisiklet dediğin sadece bisiklet yolunda gider, onun yoluda güzel ama benim hayallerim bisiklet yolu değil anayol.

Anayola girmem lazım ama korkularım önümde adeta bir bariyer gibi beni geride tutuyor.


Yapmam gereken tek bir şey var, bariyeri yıkmak..

Ve kendim hakkımda çözmem gereken tek bir şey var..

Jaguarmıyım? Yoksa Bisiklet mi?

Anayola girebilecekmiyim? Yoksa girenleri tali yolun kenarında sadece izleyecekmiyim?