Geçen gün
küçüklük resimlerime bakınca hatırladım aslında ne kadar özlediğimi çocuk
olmayı, güçsüz olmayı.. Bugünlerde bana
birşeyler oluyor.. Hayatımda bilipte aslında bilmediğim güzel değişiklikler,
üniversite’nin son ayları.. Büyüyorsun işte.. Büyüdükçe bazı şeylerin kıymeti artıyor
bazılarının azalıyor. Eskiden çok önem verdiğim şeyler önemsiz, önem vermediğim
şeyler önemli oluyor. Sonra bir anda kaybetme korkusu bastırıyor içimi..
Eskiden herşey
çok daha kolaydı, büyümenin iğrenç bir şey olduğunu ben geçtiğimiz bu iki
senede öğrendim.. Esas büyümenin ne demek olduğunu üniversite’ye geldiğimde
anlayacağımı sanmıştım.. Ama gel gör ki şimdi şimdi anlıyorum.. İlk geldiğimde “Oh
be! Özgürlük, anne baba yok, karışan yok, kendi kendinin patronusun! Yes be!
İşte bu!” dedim.. Yalnızlık müthiş bir şey dedim, kendi kendine yetmenin ne
demek olduğunu, zorlukların altından yalnız başına kalkmanın, bir nebze olsa da
kendi ayakların üstünde durmanın ne demek olduğunu anladım.. Kimse söylemedi ki
kendi ayaklarının üstünde durmanın bu kadar yorucu olacağını.. Bırakıyorlar
kendi başına, artık kendi kendinin patronusun hayatına kendin yön vereceksin
diyorlar.. Üniversite’yi bitirdikten sonra, hayatına nasıl devam edeceğini,
nereye gideceğini, ne yapacağını sana bırakıyorlar.. Müthiş bir şey.. Aslında
değil..
Hasta oluyorsun,
çorba yapacak annen yok, boğazına iyi gelecek viski ve ballı şurup’u
hazırlayacak babacığın yok yanında.. Uzakta.. Yan odaya gidip sarılacağın ailen
yok.. Varsa yoksa kendin varsın, yalnızsın.. Çocuk olsaydın, çocuk bile değil,
lise de olsaydın en ufak bir problemde gidip ağlayabileceğin ailen yok.. Çok
uzaktalar.. Özlüyorsun, deli gibi.. Zaman akıp gidiyor, tutamıyorsun, bir
tutsan.. Bir durdursan bu zaman’ı... İçine sine sine sarılsan ailene, zaman’ın
akıp gitmesinden korkmadan.. Düştüğünde tutsa seni.. Utanmadan yaralarını
açabilsen, bir sarı ilaç getirseler sana, iyileştirseler.. Olmuyor.. Kendi
başınasın, aileni düşünüyorsun, baş ettiğin problemlerden bahsedemiyorsun..
Süperkahraman olan baban ve annen’e hiçbirşey anlatamıyorsun, üzülmesinler
diye.. Uzaktalar, kafalarında bin bir türlü şey var zaten, bir de beni
düşünmesinler, bir de bana üzülmesinler diyorsun.. Ama en çokta onlara
ihtiyacın olduğunu biliyorsun.. Bir sarılsan, bütün yaraların kapanacak, bütün
problemler çözülebilecekmiş gibi geliyor.. Büyüyorsun işte.. Alışıyorsun buna
da.. Biliyorsunda her konuda yanında olduklarını, ne yanlış yaparsan yap seni
kabul edecek tek ve yegane insan olduklarını, ama susuyorsun, bir şey
söyleyemiyorsun..
Eskiden olsa,
babam bizi Pazar sabah’ı “Get up stand up, fight for your rights!” şarkısıyla
öperek uyandırsa.. Annem televizyonu’nu açsa, çay yapsa, Pazar sabahlarının
vazgeçilmezi olan Bereket Pidelerinin kokuları doldursa evin içini.. Kahkahalar
çıksa, saçma sapan konulardan konuşsak, sohbet etsek.. Sonra teyzemler gelse,
kahve yapıp dedikodu yapsak.. Eskiden hep böyle geçerdi günlerimiz.. Bize
normal bir gün gibi gelirdi, gel gör ki aslında en güzel günlerim o
zamanlarmış..
Burda kalkıyorsun,
kendin hazırlıyorsun kahvaltını, Pazar’ların eski anlamları kalmamış, kendi
kendine başka anlamlar yüklemeye çalışıyorsun, işe de yarıyor ama aynı tadı
vermiyor..
Ben yine çocuk
olmak istiyorum, kazık kadar kız olsamda yine babamın ve annemin kucağına
oturmak istiyorum.. Büyümek istemiyorum ben, hayata atılmak, kendi paramı
kazanmak istemiyorum bugün.. Bugün mezun olmak’ta istemiyorum.. Kendi hayat
özgürlüğümü veya ekonomik özgürlüğümü kazanmak istemiyorum..
Ben yine
babasının dizinin dibinde, annesinin kucağında, onlara muhtaç olan, onlarsız
nefes bile alamayan küçük bir çocuk olmak istiyorum..