Thursday 25 September 2014

Saat 2

Saat 2'den sonra söylenen veya yazılan hiç bir şeyin anlamı olmadığı gibi aslında bir çok anlamı vardır. Uyukun vardır, uyumak istersin, uyuyamazsın. Acıkırsın ama acıkmazsın, canın bir şeyler yemek çeker ama yiyemezsin. Oturur duvara boş boş bakarsın, kafanda senaryolar kurarsın, kendini en kötü sonuca hazırlarsın bir nevi, çünkü seni uyukundan eden ve iştahını kesen bir şeyin sebebi iyi bir şey değildir, sonunun ise iyi olmayacağını düşünürsün. İyi olan şeyler seni şişmanlatır, iyi olan şeyler seni uyutur, gece başını yastığa koyduğunda endişelenecek hiç bir şeyin olmadığında, düşünmediğin bir şey olmadığında yarın olması için hemencecik uyursun, çünkü yarın güzel bir gün olacağını bilirsin. Ama hergününün bir önceki gününe benzememesi için uyumak istemezsin, yarının daha güzel olması için uyanık kalırsın, kendini avutursun, nefes alır nefes verirsin, düşünürsün, yarın olmasa öbür gün güzel olacak dersin. Boynun ağrır, sanki böyle üstünde kocaman bir yük varmış gibi, nefes alırsın, nefes aldıkça o ağrı daha da çoğalır. İlaç alırsın ağrı geçsin diye, geçmez. Sonra uyursun, sabah uyanınca yine aynı boyun ağrısı ile uyanırsın. Bir kahve yaparsın, kahveni içersin bir tanesi yetmez ikinciye geçersin. Hem yalnız olmak istersin yalnız olunca ise yalnızlık ağır gelir çünkü kafanda seni yeyip bitiren düşünceler çoğalır. Mutlusun ama mutsuz. Boş hissedersin, insanların söyledikleri seni üzmez, kelimeler, cümleler içinden geçer boşsun çünkü ruh gibi, bir siluetin var sadece ordasın ama değilsin. Hiçbirşey hissetmek istemezsin, eğer hissedersen çünkü çok fazla şey hissedeceğini bilirsin. Tepkisiz, öyle boş devam edersin. Uyuyacaksın, sabah uyanacaksın ve bir kahve yapacaksın, sonra aynı rutin güne devam edeceksin. Bekleyeceksin, bir şey hissetmek yerine bekleyeceksin.. Bugün değilse yarın ruhsuz değil duygu ile uyanacağını umut ederek bekleyeceksin.

Saturday 13 September 2014

Aslında Bu İşte Bir Yalnızlık Var

Yeni mezun, işsiz, evsiz, master için hiç bilmediği bildiği ama hiç yaşamadığı bir şehre gelen, köyden indim şehre misali. Londra’daki ikinci gününde ayakları su toplamış bir şekilde ev arayışında olan, kafasında kendisini bir emlakçı’nın kapısına zincirleyip başından aşşağıya benzin döküp yakmak ile tehdit ederse belki öğrenci olduğunu unutup ev verirler diye düşünen, paranoyak ve yorgun bir hanım kızımız var. Londra sokaklarında uyumsuz kıyafetler ile, perişan halde, hayattan bezmiş, herkesi dövecekmiş gibi bakan ve etrafına müthiş negatif enerji yayan bir hatun görebilirsiniz. Zararsızdır. Isırmaz. Isıradabilir. Garantisi yok.

Yeğenimin İngilteredeki evinde oturuyorum şu anda, şükürler olsun başımı sokacak bir yer bulabildim. Oda olmasaydı allah bilir nerde yaşardım. Ha şu anda da bir sene boyunca başımı sokacak bir yer yok ama, duydum ki Hyde Park’ta güneş alan bir yer varmış, oraya diyorum bir çadır kursam. Fena olmaz hani. Doğa ile iç içe mis. Durumları dramatikleştirmeyi severim ne de olsa. O kadar kötü değil durumum bakmayın siz. Herşey yolunda. Bu işler böyleyMİŞ, ilk günden ev bulamazMIŞsın. Öyle dedi former Londonersssss. Bizde ona göre işlerimizi yoluna koyduk yavaş yavaş. Ailelerimizin destekleri, arkadaşlarımızın destekleri ve sabırla birlikte. Ama bir şeyler doğru değil..

Ne kadar yanında ailen, arkadaşların ve seni seven diğer bir sürü insan olsa da, aslında bu işte bir yalnızlık var.. Her ne kadar destek alsanda var eksik bir şeyler, bazen etrafında çok insan olsa da yalnız olduğunu hissedersin. Güler yüz, pozitif enerji, herşey yoluna girecek, the secret metodları uyguladığını sanırsın ama bazen istediğin birilerinin seni anlaması. O kadar yorulursun ki elle tutulmayan bir sürü kafanın içinde dönen problemlerle, düzeltilmesi elinde olmayan problemlere kafa yorarsın, çıkış yolu ararsın, ama bulamazsın..

Bazı şeylere yalnız göğüs gerersin. Sana destek olanlar esas destek olunması gereken konularda yanına bile yanaşamazlar. Kimseye bir şey söylemezsin, herşeyi kendin çözmeye çalışırsın, bazılarına göre problemlerin küçük görünür halbuki o sadece buzdağının görünen kısmını problem sanır, altına bakmaz. Sende göstermezsin onu. Belki anlar dersin, ya da havadan anlamalarını beklersin. Her ne olursa olsun, ister hayat arkadaşın olsun, ister kardeşin, ister kardeşinden yakın dostun olsun.. Bazı şeylere yalnız göğüs germek zorundasın.

Artık 15 yaşında da değiliz ki, yavaş yavaş kendi ayaklarımızın üstünde durup, yalnız başımıza hayata atılmaya başlayacağız.. O zaman da kendi kendimize bir hayat kurmak için çok çalışıp, çok fedakarlık edip, çok yalnız kalmak zorunda kalacağız.. Böyle olması lazım, hayatta hiç bir şey oturduğun yerde ayağına gelmez. El bebek gül bebek büyütüldük, mangallar yandı, altımıza arabalar çekildi, gezdik tozduk ama bu kadardı. Bu vakitten sonra kendi cep harçlığımızdan başlayarak, kendi ev kiramızı ödeyebilip gezmeye başlamaya kadar dişimizi tırnağımıza takıp eşşecik gibi çalışmak lazım. Bunları yaparken de çok zaman yine yalnız olacağız.

Bu hayat bizim, yalnız başınasın çünkü, bir tek kendin varsın ve kendin için bir şeyler yapabilmek için yalnızlığına sarılıp ondan güç alman lazım. Yalnız olmak demek, güçlü olmak demek, yalnızlığı ile başaçıkabilen bir insan ve yalnızlığının güzelliğini kucaklayan insanlar çok nadirdirler. Sarılın onlara, onlar kendi yalnızlıklarını bildikleri için sizi de asla yalnız bırakmazlar. Güçlüdürler. Sizide güçlendirirler. Yalnız olan insanları arada bir yalnız bırakın ama çok değil, bu işlerde bir yalnızlık olsa da bazen sarılmaya ve güçsüz olmaya da ihtiyaç duyarlar. Yere düşünce kendileride ayağa kalkabilirler ama küçücük bir el yardım ederse de hayır demezler.


Kıssadan hisse, her işte bir yalnızlık var, bu işlerde bir yalnızlık var. 

Thursday 4 September 2014

Bir Beden. İki Kişi.

Bu yaz muhteşem bir yazdı, aynı sınıfta okuduğum arkadaşlarım, ortamdan tanıdıklarım sevdiğim çoğu insan Üniversiteden mezun olmuştu. Bu arada bende aynen 4 senelik çalışıp, didinme, bunalımlar, bayılmalar, stresslenmeler, kendini kaybetmeler vebenzeri bin bir türlü fiziksel ve duygusal komplike durumlar sonucunda o diploma buraya gelejeeeek dedik ve geldi! 

Şimdi eğri oturup doğru konuşalım o diploma'yı almaya giderken, giydiğimiz cüppelerden midir yoksa gerçekten aldığımız başarıdanmıdır bir gurur bir hava vardı ki sormayın gitsin.. Sanırsın diplomayı alınca iş hazır, evler, arabalar, yatlar, katlar o great hall'ın dışında bekliyor olacaktı. Ama olsun be, o duygu, o cüppe, elimde olsa her gün giymek isteyebileceğim suni bir gurur mekanizması. Eveeet mezun olduk!!! Yihu , kutlamalar, sarhoşluklar, bayılmalar, bardak tokuşturmacalar.. E bir sonraki adım? Kısmet, alnımızda ne yazdıysa o. 

Kim görse aynen bu cümle ile karşılıyorlardı beni : "Tebrikler Avukat Hanım!! Hayırlısı olsun daha nice başarılara!" 

O cümleyi söylüyorlardı ya, sanırsın bir Harvey Specter, sanırsın bir Jessica Pearson var içimde. (Suits dizisini izlemeyenlere söylüyorum, bunlar böyle çok paralı New York'un tepesindeki camlı koca binalardan aşşağıya bize pis fakirler diye bakıp havyar ve şampanya ile beslenen avukatlar oluyor).

Çok teşekkür edip, aynı gururu onlarında yaşamasını dilerken bir yandan da aynı sorulardan yoruluyorum. Ee bir sonraki adım? Bir arap şeyhi bulup evlenip, evimizde 89 tane beyaz kaplan ile yaşamayı planlıyorum. Arkadaşlar, anneler, büyükler bu devirde yeni mezun birine gelecek planları sorulmaz! Cebinde beş kuruşu yok, iş bulamaz, napacağını bilmez, mezun oldu diye bunalımdadır yeni mezunlar! Yapmayın gözünüzü seveyim, siz o soruyu her sorduğunuzda bizim başımızdan aşşağı kaynar sular dökülüyor. 

Bana o soru her zaman sorulduğunda ise böyle ip istiyorum asılmaya. Böyle yanımda portatif bir ip taşısam mesela şöyle soruyu sorduklarında ipi çeksem yer yarılsa da yerin dibine girsem. O soruya cevap vermektense yer altında solucanlarla arkadaş olur geleceğimi düşünmem daha iyi. Benim için ise bu daha kötü. Çünkü benim içimde iki tane karakter var. (Şizofren değilim, acaba mı la?!) 

Bu karakterlerden biri, gözü yükseklerde, kalem eteği ve müthiş topukluları ile gelecek vaad eden bir avukat hanım kızımız. Avukat olmasa bile o camlı koca binaların içinde hukuk departmanında herhangi bir sıfat ile çalışan bir birey olacağım. O kalem etek giyilejek! Ama o yüksek yerler var ya, hayatını feda edeceksin, bu böyle kimse aksini iddia edemez.

 Eğer statü istiyorsan, kariyer yapmak istiyorsan ve o chanel çantayı takmak istiyorsan bütün gençliğini heba edeceksin karrreşim. Çalıştık biliyoruz, hele ki ben stajyer olarak çalıştım, stajyer dediğin ne ki, fotokopi makinası ile dostluk kuran bir birey, boş işler müdürü, ayak bağı. O halde bile saat kaçlara kadar kalıyordum ofiste, ben deyim 6 sen de 7. Ee eve gidiceksin de soyunup döküleceksin de dinleniceksin de yemek yapacaksın ohooo gün biter oldumu sana haftanın 5 günü böyle.. E ne yaşadık? Enerjin yok bir kere ama o camlı binanın üst katlarına çıkacaksan, başarıya giden yolda çekilen çile kutsaldır diyeceksin, canın çıkana kadar çalışacaksın bebem, başka yolu yok. 

Benim içimdeki diğer karakter ise, özgür kız. Nil Karaibrahimgil'in turkcell reklamı için çektiği bir klip vardı bildinmi? Öyle otlaklarda gitar çalıp söylüyordu küçükken ne özenirdim o hatuna. Mesela tek yapmak istediğim, sırt çantası alıp, ilk uçak nereye ise oraya! Adana falan olmasın yalnız burada otantik, deniz kenarı, sıcak iklim bir yerden bahsediyorum. Bali mesela. (Dipnot: o Bali'ye elbet bir gün gidilejek arkadaşlar. Evleneceğim Adama Dipdip not: Balayında beni Bali'ye götürmezsen hayatını cehenneme çeviririm. Happy wife, happy life. Eh? :)) ) 

Neyse konudan sapmayalım. Böyle cebimde hiç param olmasın, otostop çekerek gezeyim, garsonluk yapayım, deniz kenarı mümkünse, surf yapmayı öğreneyim (Buda içimde bir ukde olarak ölecem ha, o Blue Crush filmindeki gibi bir surf yapamadan göçüp gidejeeeem :( ) .. Sonra yemek! Evet!!! Bir sürü abuk subuk yerli yemeklerden yiyeyim! Her ülkenin, şehrin özelliğini barındıran en antin kuntin yemekleri yeyim! Şişmanlayım! Mutlu şişmanlayım ama.. Hiç böyle oturaklı bir hayatım olmasın, yerim belli olmasın.. Göçebe gibi gezip dolaşayım, bir sürü arkadaş.. 

Ben çok Amerikan filmi izliyorum biliyorum. Hep bundan bu içimde yaşadığım kişilik bölünmeleri..

Allahta seni bildiği gibi yapsın Amerikan sineması, iki kişiliğim var ikisi de senin eserin. İleride büyük adam olunca size dava açıcam bak görürsünüz, psikolojimi bozdunuz be. Normal insan gibi, evleneyim çoluk çocuğa karışayım tek odalı evim olsun gibi benzeri hayallerim olsaydı nolurdu?! 

Ah Amerikan sineması.. Ah bu okuduğum kitaplar.. Ah bu Amerikan dizileri.. Kültürlü olacağım diye daha beter manyak oldum ya. Oda ayrı bir olay..

Hangi karakter birinci gelecekmiş bir 10 sene sonra öğreneceğim heralde. 

Ya bir fragmanı izleseydim bari neler olacak, ne gibi bir hayat olacak? Ha? Olmaz mı? 

Tamam ya, yaşıyorum ben öyle gelişine o zaman. Gelişine geldiği gibi fırsatlara vururum o zaman, vurup gol mu olur yoksa outamı gider top. Bakalım. Gelişine bi gelsinde o top, Messi mi Sabri mi olurum orası tartışılır.