Wednesday 29 October 2014

Jaguar mı? Yoksa Bisiklet mi?


Bütün hayatım geleceği bekleyerek geçti ve geçmeye devam ediyor. Hiç bir şeye bugün başlamadım mesela hep ertesi güne bıraktım. Misal yarın diet’e başlıyorum bu hot wingslerden biraz daha yerim de başlarım.

Sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yermiş ya, yok bende öyle bir şey ben 22 yaşıma geldim hala sütten ağzım yanıyor. Ben hiç akıllanmam, uslanmam. Burnumun dikine giderim, kimseyi dinlemem. Diet’e başladım 3 gün sürdü sonra yine kendimi bir kova kızarmış tavuğun içinde buldum. Her zaman diet’e girerim kilo verir sonra o verdiğim kilolar iki ile çarpılarak bedenime geri döner. Akıllanmam uslanmam. Bir de inat var ki abov düşmanımın başına vermesin. İnadım inat. Asıl keçi.

Ben inat ettiysem bitmiştir, saçma sapan, abuk subuk şeylere inat ederim ama gerekli şeylerde değil, etrafımdakileri hayatlarından bezdiririm. Misal, ben bu hafta sonu bu dersleri bitireceğim demişliğim yok ama telefonumdaki bir oyunda high score yapmayı inat ederim. Hayat felsefesi bellemişim bunu demek ki. Böyle hayat felsefesi mi olur? Dün meditasyon yapayım dedim, 1 saat meditasyon yaptım 5 dakika sürdü dinginliğim. Sonrasında kendimi bir Article’a bağırırken buldum.

Bir insan sırf korktuğundan bazı şeyleri yapmaktan çekinir mi? Başarısız olmaktan korktuğum için derslere korkarak çalışır oldum, çalışamaz oldum hatta okuduklarımı anlayamaycağımı düşünüp daha beter bunalıma girdim. Ya başarısız olursam? Ya bu yaptıklarım hiç bir işime yaramazsa? Kaç kişi harika bir CV’ye sahip olup iş bulamazken ya bende onların içinde yer alırsam. Ya gerçekten istediğim geleceğe ulaşamazsam? Hayattaki en büyük korkularımdan biri başarısızlık.. Hayır ne var başarısız olursak? Düşe kalka öğrendik yürümeyi de herşeye rağmen hayatta kaldık, herşeye rağmen gülümsemeyi başardık, kalbimiz paramparça oldu ama yine de tuz buz olmuş kalbimizi toparlayıp bir bütün haline çevirmeyi becerebildik..

Benim için ise.. Mükemmel değilim.. Korkularım var.. Çok büyük korkularım, gelecekten korkuyorum... üstesinden gelmeye çalıştığım, ileriye bakmama engel, şimdi yaptıklarımın geleceğimi etkileyeceğini bilmek ve yetersiz olabileceğimi düşünmek.. Ya yapamazsam? Ya bende olanlar hayallerimi gerçekleştirmeye yetersiz ise, sadece hayal sonuçta. Ya ben büyük adam olamazsam? Ya hiç adam olamazsam?

Ve bu düşüncelerim beni büyük adam olmaya giden anayola çıkmama engel oluyor, tali yolda bekliyorum, herkes binmiş Jaguar’ına 200 km’de o anayolda büyük adam olma yolunda ilerlemeye devam ediyor.. Altımdakinin bir Jaguar’mı yoksa bisikletmi olduğunu çözebilmiş değilim.

Çünkü eğer Jaguar’ım varsa elbet o yola gireceğim ama bisikletler bisiklet yolunda gitmek zorunda anayola çıkamazlar. Jaguar’ım anayolda bozulsa bile tamir edilir yola devam edilir ama bisiklet dediğin sadece bisiklet yolunda gider, onun yoluda güzel ama benim hayallerim bisiklet yolu değil anayol.

Anayola girmem lazım ama korkularım önümde adeta bir bariyer gibi beni geride tutuyor.


Yapmam gereken tek bir şey var, bariyeri yıkmak..

Ve kendim hakkımda çözmem gereken tek bir şey var..

Jaguarmıyım? Yoksa Bisiklet mi?

Anayola girebilecekmiyim? Yoksa girenleri tali yolun kenarında sadece izleyecekmiyim?

Tuesday 14 October 2014

Filler. Öküzler. Çimenler.

Bu evin bir çekim gücü var. Her gelenin bu eve bir problemi var. Problemli insanları çekiyor bu ev. Ruh hastası manyak arkadaşlarımız var etrafımızda. Hepsinin kafa gidik, hepsinin psikolojileri bozuk, trajik olayları kendi kendimizce düzenleyip daha trajik yapıp kahkaha atarak gülüyoruz. Gülüşmelerden sonra ise ağlama krizleri geliyor. Ama bu evin bir de sihri var.. Buraya gelen herkes aradığı sorunun cevabını buluyor. Sorular cevaplanıyor, ruhun hasta olan bölgeleri iyileşiyor.

Evde soru soran, dışarı çıkar çıkmaz sorusunun cevabını buluyor. Ev ev değil sanki reiki merkezi. Sevgi içinde içinde, soruların cevapları sende. Nah sende. Evin içerisinde yaşayanlar dışında herkesin soruları cevaplanıyor böyle bir şey var mı? Ev kendi sahiplerine sırt çeviriyor. Evde yaşayanlar ise içlerindeki öküzlerle uğraşmaya devam ediyor. Öyle bir öküz ki oturuyor böyle göğsünün tam orta yerine, öküz ya bu, kalkmak bilmiyor, itiyorsun itiyorsun, de get diyorsun yok canısı gitmiyor,

“Ben burayı buldum ben sana ağırlık yapacağım nah giderim, çık evden yine de göğsünde oturmaya devam ederim, beğen beğenme, ben burdayım!” az biraz da çimen getirip beslememi de isteyecek şerefsiz. Bak hala oturuyor.

Evde ne televizyon var ne bir şey zaten Lost izlemeye başlamışım, kafam patates’e dönmüş, evin başka problemleri, bağlanmak bilmeyen internet antenleri, okula git gel kafa patlat mal gibi derslere bakmak yetmez miş gibi bir de öküzüm eksikdi. İyi otur orda, mal mal trene bak. Göğsümün ortasında sanki kocaman bir taş gibi otur orda, nefes almamı engelle, yediğim yemeğin tadını engelle, hislerimi engelle, engelle anasını satayım. Öküzsün ya, yaparsın. Sonuçta çimen yemek için ve önünden geçen trenlere bakmak için yaratılmışsın. Başka göğüs’mü bulamadın oturacak da geldin benimkine oturdun, tam herşey yoluna giriyor, tamam derken ne gereği vardı öküzüm buraya oturmanın. Ne gereği var böyle bana baskı yapmanın?

Hani hissedersin ya, bir şeyler ters gider, ya da bir sınavın sonucunu beklersin, böyle üstünde filler öküzler oturur sonra rahatlarsın ve üstünden fillerin öküzlerin kalktığını hissedersin. Tam öyle bir şey, sınavın sonucunu bekler gibi, güzel haberin sonucunu bekler gibi, güzel bir şeyin olacağının habercisi gibi bu öküz üstümde. Elbet çıkıp gidecek çünkü, biraz orda takılmaya ihtiyacı var sanki, cevaplar bulmak için, öküzün insan’ın göğsüne oturması icap eder belli ki.

Öküzler sevmedikleri, benimsemedikleri yerde oturmazmış derler, vardır bir sebebi oraya oturmasının. Çıkar kokusu elbet.


Öküzsen de öküzsün, ama benim öküzümsün. Başkasının göğsü’ne gidene kadar benimle kalmaya yükümlüsün. 

Monday 6 October 2014

Ben Güzel’e Güzel Demem Güzel Benim Olmadıkça

Yıllar yıllar önce bir gün teyzem ile Lefkoşa dan Girne’ye giderken ben bir ev gördüm, aman ne güzel ev dedim teyzem’e, teyzem dönüp bana o zamanlar pek aklımın kesmediği ama o günden sonra hiç unutmadığım bir cümle ile geri karşılık verdi, “Ben güzel’e güzel demem güzel benim olmadıkça.”

Bu ne yaman bir çelişki dedim ki içimden. Hani biz bizim olmayanı en çok severdik, hani biz bizim olmayana en çok gıpta ederdik elde edince de değerini kaybettirirdik? Hani o bildiklerimiz, hani teyzemin söylediği, hani benim gençliğimmm! Ciddi konuya değiniyorum şu anda, sulandırmayın, çok derin konular bunlar, boylayabilir. Ehu ehu komiklikler şakalar. Neyse toparlıyorum.

Küçükken sırf bisiklet alabilmek için karnemizin hep pek iyi olması için çalışırdık bütün bir sene! Sonuç olarak o bisiklet alınırdı. Hani şimdi nerede o bisiklet? Ya ambarda ya da çöpte ya da hurdacıda. Hani çok değer verdiğimiz bisikletimiz? Hani zamanında orasını burasını sırf bakımsız kalmasın diye yağladığımız, dümenine püsküller takıp gözümüz gibi baktığımız bisikletimiz? Yok. Gitti. Hani güzele güzel demezdik güzel bizim olmadıkça, bizim oldu sonuç olarak değerini kaybetti, yerini kaykaylar aldı sonunda arabalar aldı gün geldi bisiklet sürmeyi bile unuttuk.

Nedir insan oğluna bu kadar güven veren? Nedir insan oğlunu doyumsuz yapan da bazı şeylerin değerini sahip olduktan sonra unutturan? Sahip olduklarının değerini bilmeyen, zaten sahibim bir yere gitmez gerektiği değeri vermeyim aldım benim o artık kıhkıhkıh. Yok canım yok. Öyle olmuyor işte, sen değer veriyorsun ya hani sahip olmadan önce, göklere çıkarıyorsun, en güzel o, en çok o, sahip olduktan sonra da bokun içine batırıyorsun, yok öyle bir dünya o sahip olduğun şey var ya sen sahip olmadan önceki aynı kişi, ama o kadar doyumsuz mahlukatsın ki insanoğlu hep dışarıya bakmaya devam ediyorsun, elindeki en değerli şeyi en değersiz şey yapmayı gözünde başarabiliyorsun. Alkış sana. 

Hani ehliyeti almadan önce arabaları kaçırıyorduk ya (anne baba evet ben arabayı kaçırıyordum) bakkala bile ben sürerim, her yere ben, sırf araba sürmek için hayatta evden adımımı atmam dediğim şeyler için bile araba sürmek için giyinip dışarı çıkıyordum, noldu sonra araba sürmeye üşendim, meeh ne de olsa araba var yarın sürerim deyip o sahip olduğumun değerini kaybettim sonra nolduuuuaa geldik geri öğrenci hayatına DabanW devam olunca, allahım arabam arabam keşke olsa da sürsem diye her allahın günü keşke der olduk.

Olmuyor bebişim öyle işte, elindekinin değerini bilmen lazım, gitmez, yapmaz, etmez, kaybolmaz diye bir şey yok, bisikletin varsa ilgilenmeyi bıraktığında kısa zamanda öyle bir çürür ki binecek bisikletin olmaz, dün ordaydı ama bugün yok, sevdiğin insan beni çok sever gitmez demeyeceksin arkasına bakmadan öyle bir gider ki feleğin şaşar.


Uzun lafın kısası, ben güzele güzel demem güzel benim olmadıkça değil, ben güzel’e güzelse eğer güzel derim benim olduğu sürece daha güzel olur. Paramı biriktirip aldığım gitarımın değeri gibi, aldığım günden beri gözüm gibi bakıyorum, 10. Senesini doldurdu garibim, her elime aldıktan sonra her tarafını kulak çöpleriyle temizliyorum. Ben böyle bir insanım. Değer bilene değer biçerim, güzel’e güzel derim.