Saturday 26 October 2013

Büyümek..

Dün çok kötü bir haber almıştım, çok sevdiğim bir insan hayatını kaybetmişti. Içimde tarifi olmayan bir boşluk, göğsümün üstünde bir ağırlık ve durmayan gözyaşlarım var.. Acımı en iyi nasıl geçiririm diye düşünürken, en iyisi yazmakla geçer diye düşündüm..

Söz uçar yazı kalır sonuçta.. Bu yazı’da onu ne kadar sevdiğimi ve unutmadığımı ve bu yazı yaşadıkça onunda varlığı bende yaşayacağı anlamına geliyor gibi oldu benim için..
Dediğim gibi.. Yazı yazmak konuşmaktan daha iyi geliyor bana şu anda.. Konuşamadığım için ağlasam’da klavyem benim yerime sözcükleri döküyor..

Yazı yazarak onurlandırmak istedim O’nu..

Bebekliğimden beridir göz kulak olan ve bir kan bağım olmasa bile kendi çocuğu olmasan bile bana ve ailemdeki herkese anne şevkati gösteren, karşılık beklemeyen adeta yer yüzünde kanatsız bir melek olan insan.. Dua’ları ile bizi her zaman koruyan şimdi bile yanımda hissettiğim insan şu anda cennet’te yerini almış oluyor..
İnsan’a koyuyor ama.. Üzülüyorum..

Doğduğumdan beridir hayatımın hep içinde olan ve sevgisinin asla azalmadığı adeta gün geçtikçe büyüdüğü, herkesi sevmek için kocaman bir kalbi olan tek tük insanlardandı..

Her ziyaret ettiğimde hep küçüklük anılarımı anlatırdı.. Hep hikayeler anlatırdı.. Yeğenlerimle birlikte saçlarına tokalar takardık, tırnaklarını, boyardık ne kadar şaklabanlık varsa üstünde yapmamıza izin verirdi..

Ben ilk defa dün büyüdüğümü anladım.. Biz büyüyünce diğer insanlarda büyüyor tabii..Onlarda yaşlanıyor bizim gibi, hepimiz bu dünya’dan elbet bir gün göç edeceğiz ama yakınımızı kaybetmek herşeyden çok koyuyor insana, tarif edilemeyen bir duygu bu..

Büyüyünce çocuk gibi anlamamazlıktan gelemiyor insan, olgun olmak zorunda, güçlü olmak zorunda, çocuk değilsin artık, ağlamamalısın, duygularını belli etmemelisin belki de..

Hayatın tek iki gerçeği vardır.. Doğum ve Ölüm.

Büyüdükçe bunları daha iyi kavrıyor insan, daha fazla anlıyor, ve anladıkça da çocuk gibi anlamamazlıktan gelemiyor..

Büyümek güzel dediler, büyümek çirkinmiş, biz büyüdükçe sevdiklerimizi teker teker kaybetmekmiş..

Tuesday 22 October 2013

Ben Bali’ye Yerleşiyorum

Bende bir takıntı var, bir filmi bir defa izlemekle kalmıyorum hiç bir zaman. Daha önceden izlediğim bütün filmleri tekrar tekrar izleyebilecek bir insanım. Neden bilmiyorum. Çokta keyif alıyorum. Anormal bir özelliğim daha işte.

“Eat, Pray, Love” filmini izledim biraz önce. Tekrardan. Kadın gitmek istediği şehirlere gidiyor, kilosunu düşünmeden yemek yiyor, ve aşık oluyor. Aşksız bir filmde yapmasalar olmaz sanki. İlk izlediğim günden beridir Bali’ye gitmek en büyük hayallerimden biriydi. Bugün tekrar izledim ve oraya taşınmaya karar verdim. Ne zaman olduğu meçhul tabi.

Bu ara böyle ismimi kimsenin bilmediği, hiç tanımadığım bir yere gidesim var. Geçmiş hayatım yokmuş gibi davranıp, yeni bir başlangıç yapmak gibi. Ben ne zaman bu filmi izlesem bana birşeyler oluyor. Yine felsefik takılmaya başlayıp, ah hayat şöyle olsaydı böyle olsaydı diye düşünüyorum.

Endonzeya benim ütopya’m oldu artık, bütün gün orda yemek yeyip kilo almıyormuşuz, sonra aşık olup aldatılmıyor veya terkedilmiyormuşuz, yılın her günü güneşlenebiliyormuşuz, herkes dışarıda adeta bir müzikaldeki gibi durmadan dans ediyormuş, arada bir yağmur’da yağıyormuş ama olsun kahvemizi koyup yağmur’un kokusunu içimize çekiyormuşuz. Oda gerek tabi. Para önemini kaybediyormuş, ve moda diye birşey de yokmuş. Herkes otantik giyiniyormuş, kimse kimseyi yargılamıyormuş. Benim kafam’da böyle küçük bir yer oluştu. Tamam az biraz gerçekçi olalım, aşırı yemek yeyip kilo almamak diye birşey söz konusu bile değil.

Ben oraya yerleşiyorum ya.

Ama önce bitirmem gereken bir okul, bakmam gereken bir hayat’ım var.

Belki 20 yıl sonra, emekliye ayrılıp felsefik akımlara kendimi bırakmaya karar verince yerleşirim.

Endonezya’lı bir koca bulur, bütün gün yer, şişmanlar ve yuvarlanıp gideriz işte.


Ya da ona benzer birşey. 

Thursday 17 October 2013

Sabah'a Pişman Olacağım Yazı

Yazmayı bıraktım. Düşünmeyi bıraktım. Seni bıraktım. Müziği açtım. Radikal kararlar aldım. Pek memnun olmadım bu kararlardan. Arka fonumda Scorpions çalıyor yine, benim yalnız gecelerimin bekçi'si. Yarın sabah'a pişman olacağım yazı bu yazı. Kız arkadaşlarımın bana kızacağı bir yazı bu. Boş bir yazı aslında, karalama tahta'm olacak bu akşam bu blog. Aynı benim gibi. Hayatım gibi. Hep yanlışlarla, hep yanlış insanların isimleriyle dolu. Bir isim yerleşiyor benim tahtama bakıyorum o isim o tahtada yer almaması gerekiyormuş, karalıyorum en kalın keçeli kalemlerimle. Tekrar, tekrar, ve tekrar... 

Artık yer kalmadı benim karalama tahtam'da, hep karaböcü gibi karmakarışık, gelip temizleyip keşke tekrar eskisi haline getirse biri bana bu tahta'mı.. Silse bütün geçmişimi, silse hayatıma girip sıçıp beleyen insanları, belleğimden atsa hepsini.. Elimden tutsa..

Bir resim görüyorum ve midem yanmaya başlıyor, öyle bir acıyor ki ağlasam olmaz ağlamasam olmaz.. Ağlamak bana ağır geliyor, ağlamamak ise daha beter acıtıyor. Doktor'a gitsem diyorum, saçmalama diyorum, başlıyorum ağlamaya.. Ağladıkça acısı azalır gibi geliyor ama geçmiyor. Midedeki yanma  boğazımdaki bir yumru'ya bırakıyor yerini. Söyleyemediklerim, sövmelerim, veremediğim belalar, hepsi boğazımda tıkanıp kalıyor. Bir çözüm bulsunlar mide ağrısı gelip geçer de o yumru'yu götürebilecek bir ilaç yapsınlar. Bu mide yanmasını'da geçirecek bir ilaç bulsunlar.. 

Saat olmuş sabah'ın 3'ü .. Hiç bir insan bu saat'te mantıklı konuşmaz. Ben konuşmuyorum zaten, duygularım konuşuyor şu anda, her insan'a ansızın gece nüfuz eden iğrenç bir mikrop gibi, açılıyorum bende.. Başlıyor duygularım konuşmaya.. Açıldığıma açılacağımada lanet ediyorum. 

Ben böyle duygusal bir kız değildim.. Ne zaman kaya gibi olmaktan bir marshmallow'a dönüştüm ki ben? 

Sorgulamayı bıraktım artık, sabah'a pişman olacağım yazı bu zaten..

 Söz sizde Scorpions "Always somewhere miss you where I've been..."