Sunday 16 November 2014

Benim Gözüm’de Hayat Varmış Naber?!

Şimdi lens kullananlar gözlerinde zaman zaman bir tahriş olma, bir kızarma, bir kaşınma, bir batma bir şeyler olduğunu bilir, görür ve yaşar. En azından bir defa olsun. Bana gelince, lenssiz ve gözlüksüz görmemem dışında 10 senedir her 2 ay’da bir benim gözlerde bir şeyler atıyor, bir kızarma bir şaklabanlık bir taklalar bir şeyler. Gelgelelim ki yine geçen hafta sen lensleri tak, derse git, bir kaşınma var acaba bir şey mi battı deyip tuvalete git, aynaya bak, Freddie’nin kabusu karşında. Yemin ederim çığlık atmamak için kendimi zor tuttum. Halloween’de olsaydık insanlar o gözlere sahip olmak için paralar verirken benimki doğal olacaktı. Kırmızı rengin ne olduğunu ben o gün öğrendim.

Koş git hastane’ye, doktorlar sana gözünde mikro organizmalar üremiş onları bi temizleyelim demesinler mi. Mikro organizma arkadaşım mikro organizma! Canlı! Gözümde canlı varmış. Bayağı bildiğin yaşıyormuş. (Şimdi biyoloji bilmem ne okuyanlar bana demesin zaten gözünde bakteri yaşar vucüdunda da bilmem ne, normal yaşaması gereken bir bakteri, canlı olsaydı zaten evil eye gibi gezmezdim!)

Neyse. Nasıl dedim, yani, bayağı maykrooorganismms? Ar yu şurlar vat em ay gonna du’lar , internetten bakayım ne olduğuna derken, insanlar bu şerefsiz para vermeyen kiracılar yüzünden kör oluyormuş! Vay arkadaş! Kör oluyorum lan, diye sen bir ağla, bir kriz geçir, insanlar etrafında sana manyak bu diye baksın. Neyse, değişik tedaviye başladıktan sonra baktım benim gözümde hayat varmış. İstesemde yalnız kalmıyordum, benim mikro organizmalarım varmış! Üremiş işte gözümde, beni beğenmiş, benim gözümde hayat kurmaya başlamışlar. Öyle güzel gözlerim var, öyle mükemmel beni seçmiş. Polyannalığın nasıl bir vıcırığını çıkartmaktır bu. Öyle bir şey yok, bildiğin korkudan ömrümden 10 sene gitti.

Korkudan ağlarken bile ağrıyordu gözlerim. İnsan zaten acısından ağlar biraz olsun rahatlasın diye bana ağlamak bile haramdı o günler!  Öğrendiğimin ertesi günü sokağa çıktığımda ise, aman allahım, yürüyemiyordum! Görmüyordum! Ve korkuyordum, çok korkuyordum. Düşünsene, yalnız başınasın, benim gibi paranoyak herşeyi abartan bir insan internetten görmüş kör olma riski var diye, daha beter kesin kör olacağımlara bağlamış, zaten alışmakta güçlük çektiği bu zamanlarda bir de bu eksikti deyip, depresyon’un daha beter dibine batmış çıkmayı becerememiş gibi bir durumdaydım.

Gel gelelim geçti, ama etkileri geçmedi. Mesela psikolojik problemleri olan bir insan gibi ansızın her gece durduk yere ağlar oldum. Sırf ağlamamı tetikleyecek bir şey olmasın diye öyle duygusal müzik yerine Karnaval’dan (internet radyosu) eller havaya hop kop Türkçe müzikleri dinliyorum. Kuş havalandı kaçış mübahtır intikam soğuk bazen ara sıcaktır diyor mesela şimdi Ajda Ablamız.

Öyle de geçecek bu günlerim, bir taraftan Ajda Pekkan bir diğer taraftan Çak bi Selamlar olsun böyle şarkılar ile iyileşme sürecinde pozitif vibrafonlar almak lazım.

O zaman hangı şarkıyla kapatıyoruz yazımızı? Büyük üstad Tarkan’ın en anlamlı ve derinliğe sahip olan o mükemmel şarkısındaki o mükemmel nakarartındaki sözler ile kapatıyoruz.

“Hop de kendine hop de bir an kop gel hadi kopta gel inadından”.

Bak nasıl duygu yüklü, ben yine ağladım.

Fiziksel olarak iyi gitse de görünüldüğü gibi ruhsal olarak pek iyi gitmiyor iyileşmem.

Ayşe Hatun Önal’dan sonra benim müzik zevkim pek kolay iyileşecek gibi gözükmüyor ne de olsa.

Müzik ruhun gıdasıdır ama benim ruhum çok fena gıda zehirlenmesi geçiriyor şu anda.

Biri beni bu müzikleri dinlemekten durdursun. 

Yalvarırım.

Monday 10 November 2014

Beceriksizlik

Bu ara elime aldığım ne varsa hepsi kırılıyor, bir türlü beceremiyorum düzgün tutmayı, bir günde bir insan hem bardak hem kaşık kırabilirmi? Bardak hadi neyse de kaşık kırılabilirmi?! Kırılıyormuş. Yüklü negatif enerjim ile hem kendime, hem etrafımdaki insanlara hem de cisimlere zarar veriyorum bildiğin. Beceriksizim işte. Ne yapsam hep yarım yamalak, hiç tam olmuyor, ya eksik ya fazla, tam tamına olduğunu göremedim. 

Hepsi de benden kaynaklanıyor. Yetemiyorumda, sürekli kendi kendimi hayal kırıklığına uğratma, başkalarını hayal kırıklığına uğratma.. Bıkmadan usanmadan devamlı birilerini yüz üstü bırakıyormuşum gibi geliyor. Büyük beklentileri var benden, ama bilmiyorlar ki beceriksizim, ve beklentilerini karşılayabilecek kapasiteye belki de sahip değilim.. Elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyorum ama bir yerden kopuyor.. İstesem bile elimde olmayan sebeplerden ötürü kalıyor öyle.. Beceriksizim işte. Yeteneksizde olabilirim.

 Çok mantıklı bir yazı değil bu. Saçmalarım durduk yere, madem böyle bir hakkım var saçmalarım kardeşim. Ben beynimdende memnun değilim hiç. İnsan dediğin en zeki varlıkmış. Laf! İğrenç mahluklarız, hayır kafamızın içinde böyle beyin adını taktığımız bir mekanizma var, kullanmayı beceremiyoruz. 

Yemin ediyorum,  saçma sapan şeyleri düşüneceğimize, daha iyi şeyler yapmayı düşünsek uzay’da yaşamaya başlamıştık bile, atom falan parçalardık bütün gün, ne bileyim daha yararlı bir iş yapardık.. ama varsa yoksa kendi kendimize devleştirdiğimiz ufacık düşünceler var. Hayır madem böyle bir şey var kafamızın içinde, ya tam işlesin ya da hiç işlemesin. Düşünmeylim mesela, tartıp ölçmeyelim herşeyi, bin bir tane senaryo kurmayalım kafamızda,  kurduğumuz senaryo’lara inanıpta paranoyaklaşmaylım mesela..

 Madem böyle yaratıcı işlere yarıyor, kendi kuruntularımızı destekleyecek derece gereksiz işlere, insanlık için, kendimiz için daha iyi olacak işlere kullanabiliriz. Yok ama, gerizekalıyız.. kendi beynimiz, kendi kendimize acı çektirmekten başka bir işe yaramıyor. He bir de kullanmaya çalışırken, ders çalışırken, birşeyler okurken kafandaki senaryolar yüzünden konsantrasyon problemide yaşıyorsun.. 

Hem o derece işleyen bir beyin, hem de iki şeye birden odaklanamıyor, çünkü kafandaki kendi kendine kurduğun düşünceler o derece önemli bir  iş gibi geliyor ki geleceğini  belirleyecek olan işlere konsantre olamıyorsun. 

Bak sen, çok zekiyiz ya valla, en zeki mahluklarız bu dünya’da yaşayan. Harbiden. Müthiş.


Ya başlıycam şimdi en zeki varlığına da, beynine’de. Ben insan olmasaydım zaten kesin tembel hayvan olurdum. Bütün gün öyle yat, ağaçtan sark, yemek ye, uyu ve slow motion’da yaşa hayatı, oh mis.. En zeki varlık o tembel hayvanlar ha... Bak hayvan beynini kullanmıyor, varlığı yokluğu bir, herşey içgüdü ile alakalı.. 

Oh kebap!  Bir de diyorlar zekilik güzeldir, yok abi öyle güzelliği yok, bu kadar düşünmenin kendimize zarar vermekten başka bir işe yaradığını görmedim ben. İstemiyorum ben düşünmek falan, hayatımın geri kalanını tembel hayvan gibi geçirmeme izin varsa öyle geçirsem diyorum. Olursa güzel olur, olur bence, olsun yani.