Şimdi lens
kullananlar gözlerinde zaman zaman bir tahriş olma, bir kızarma, bir kaşınma,
bir batma bir şeyler olduğunu bilir, görür ve yaşar. En azından bir defa olsun.
Bana gelince, lenssiz ve gözlüksüz görmemem dışında 10 senedir her 2 ay’da bir
benim gözlerde bir şeyler atıyor, bir kızarma bir şaklabanlık bir taklalar bir
şeyler. Gelgelelim ki yine geçen hafta sen lensleri tak, derse git, bir kaşınma
var acaba bir şey mi battı deyip tuvalete git, aynaya bak, Freddie’nin kabusu
karşında. Yemin ederim çığlık atmamak için kendimi zor tuttum. Halloween’de
olsaydık insanlar o gözlere sahip olmak için paralar verirken benimki doğal
olacaktı. Kırmızı rengin ne olduğunu ben o gün öğrendim.
Koş git hastane’ye,
doktorlar sana gözünde mikro organizmalar üremiş onları bi temizleyelim
demesinler mi. Mikro organizma arkadaşım mikro organizma! Canlı! Gözümde canlı
varmış. Bayağı bildiğin yaşıyormuş. (Şimdi biyoloji bilmem ne okuyanlar bana
demesin zaten gözünde bakteri yaşar vucüdunda da bilmem ne, normal yaşaması
gereken bir bakteri, canlı olsaydı zaten evil eye gibi gezmezdim!)
Neyse. Nasıl
dedim, yani, bayağı maykrooorganismms? Ar yu şurlar vat em ay gonna du’lar ,
internetten bakayım ne olduğuna derken, insanlar bu şerefsiz para vermeyen
kiracılar yüzünden kör oluyormuş! Vay arkadaş! Kör oluyorum lan, diye sen bir
ağla, bir kriz geçir, insanlar etrafında sana manyak bu diye baksın. Neyse,
değişik tedaviye başladıktan sonra baktım benim gözümde hayat varmış. İstesemde
yalnız kalmıyordum, benim mikro organizmalarım varmış! Üremiş işte gözümde,
beni beğenmiş, benim gözümde hayat kurmaya başlamışlar. Öyle güzel gözlerim
var, öyle mükemmel beni seçmiş. Polyannalığın nasıl bir vıcırığını çıkartmaktır
bu. Öyle bir şey yok, bildiğin korkudan ömrümden 10 sene gitti.
Korkudan ağlarken
bile ağrıyordu gözlerim. İnsan zaten acısından ağlar biraz olsun rahatlasın
diye bana ağlamak bile haramdı o günler! Öğrendiğimin ertesi günü sokağa çıktığımda
ise, aman allahım, yürüyemiyordum! Görmüyordum! Ve korkuyordum, çok
korkuyordum. Düşünsene, yalnız başınasın, benim gibi paranoyak herşeyi abartan
bir insan internetten görmüş kör olma riski var diye, daha beter kesin kör
olacağımlara bağlamış, zaten alışmakta güçlük çektiği bu zamanlarda bir de bu eksikti
deyip, depresyon’un daha beter dibine batmış çıkmayı becerememiş gibi bir
durumdaydım.
Gel gelelim
geçti, ama etkileri geçmedi. Mesela psikolojik problemleri olan bir insan
gibi ansızın her gece durduk yere ağlar oldum. Sırf ağlamamı tetikleyecek bir
şey olmasın diye öyle duygusal müzik yerine Karnaval’dan (internet radyosu)
eller havaya hop kop Türkçe müzikleri dinliyorum. Kuş havalandı kaçış mübahtır
intikam soğuk bazen ara sıcaktır diyor mesela şimdi Ajda Ablamız.
Öyle de geçecek
bu günlerim, bir taraftan Ajda Pekkan bir diğer taraftan Çak bi Selamlar olsun böyle
şarkılar ile iyileşme sürecinde pozitif vibrafonlar almak lazım.
O zaman hangı şarkıyla
kapatıyoruz yazımızı? Büyük üstad Tarkan’ın en anlamlı ve derinliğe sahip olan
o mükemmel şarkısındaki o mükemmel nakarartındaki sözler ile kapatıyoruz.
“Hop de kendine
hop de bir an kop gel hadi kopta gel inadından”.
Bak nasıl duygu
yüklü, ben yine ağladım.
Fiziksel olarak
iyi gitse de görünüldüğü gibi ruhsal olarak pek iyi gitmiyor iyileşmem.
Ayşe Hatun Önal’dan
sonra benim müzik zevkim pek kolay iyileşecek gibi gözükmüyor ne de olsa.
Müzik ruhun
gıdasıdır ama benim ruhum çok fena gıda zehirlenmesi geçiriyor şu anda.
Biri beni bu
müzikleri dinlemekten durdursun.
Yalvarırım.