Sunday 24 August 2014

Suçtur Kadın Olmak İstanbul’da

Kadın oldun mu, başını öne eyeceksin arkadaş. Bu böyle.. En azından bu ülkede böyle.. Geçen sene ki gibi bu sene de bir aylığına staj’a geldim İstanbul’a.. Benim bu şehri ne kadar sevdiğimi bilmeyen yoktur. Her zaman her şehrin kötü tarafları olduğu gibi bu şehrin de kötü tarafları var.. Mesela trafiği.. İstanbul trafiğinden şikayet etmeyen yoktur bu ülkede.. Ben bile geze geze gitmeyi sevdiğim halde İstanbul trafiği zamanı gelir beni bile çileden çıkartır ama gel gelelim o uzun süreli trafikten sonra Beşiktaş vapurunu son dakika yakalama heyecanı ile vapura atlayıp denizde seyir haline girince bütün o trafiğin sağladığı sinir bozukluğu bir anda uçup gider.. Vapur gezisi benim zaten en çok sevdiğim gezme türü..

Bineceksin vapura, alacaksın çayını ve iki yakayıda göre göre gezeceksin hele tam güneşin batışına denk geldiysen, böyle bir keyif başka yerde yok .. Ve bunlar sadece 2.15 TL’ye.. Bu 2.15 TL’ye ne dahil bir de biliyormusunuz? Sözlü taciz, göz tacizi hatta çok şanssızsanız el ile taciz.. Ama açık giyindiysen senin hakkın bu tür tacizler, ne de olsa tahrik ediyorsun karşındakini.. Eğer kadınsan bu  tür tacizlere maruz kalmak zorundasın. Kadın olmak başlı başına suç bu ülkede.

Her gün okuyoruz, İstiklal’de kaç kişiye tecavüz edildiğini, elle taciz ve hatta önce tecavüz sonra cinayet.. Bunları bildiğimiz için, gayet kapalı giyinerek İstiklal caddesin de yürüyoruz, Cumartesi gecesi, müthiş kalabalık ve babamız, dedemiz yaşındaki insanlar gözleri ile iğrenç bir şekilde taciz ediyorlar, kadın olduğun için orda utanç duyuyorsun.. İstanbullu çok yakın bir arkadaşımın bizi uyarmıştı “Laf atanlara dönüp laf söylemeyin, ne olacağı belli olmaz diye.”

Benim gibi biri için laf söylemeden yürüyüp gitmek gururuma yedirebileceğim bir şey olmadığı için nasıl sinir olarak yürüyordum belli değil. Hatta göz göze gelmemek ve duymamak için başımı öne eğip yürüyordum. Kadın olduğum için başımı eğip yürüyordum! Bana biri Kıbrıs’ta laf atsa veya durup baksa nerde olursam olayım üstüne yürür hatta kafasına ne bulursam geçiririm herhalde. Bu benim, ve benim gibi bir insanı başını öne eğdirip yürütüyorlar. Bunu başarıyorlar. Güzel, çirkin, zayıf, yabancı, Türk olman bir şeyi değiştirmiyor, eğer cinsiyetin kadınsa bitmişsin arkadaş, en başta suçlusun, yediğin bütün lafları hakediyorsun. Doğuştan haksızsın. Bize öğretiliyor, taksimde şort giyilmesin veya oranı buranı kapat diye, kim ne isterse giyer kime ne?! Sen esas oğluna tecavüz etmemeyi öğret, o hastalıklı kişiliğini al Cerrahpaşa’ya veya Bakırköy’e götür belki tedavisi vardır belki insan olur.

Cinayetin hiç bir haklı sebebi olmadığı gibi, tacizin, tecavüzün de haklı hiç bir sebebi yoktur. Kadın isterse kıçını başını açar, isterse bikini ile gezer, bu senin ona hastalıklı gözlerin ile bakıp aman tahrik oldum diye düşünüp tecavüz etme hakkını veya taciz etme hakkını vermez! Hata mahkemelerde, hata bunları yetiştiren kültür de, hata “yüce” ceza sisteminde. Sen eğer tecavüz’ü bir kere haklı çıkartmışsan bitmişsindir. Tahrik unsurunu hafifletici sebep olarak sunarsan, tecavüzü suç olarak göstermezsen, senin kızına da karına da tecavüz etmek kaçınılmaz olmuştur. Kendi ellerinle ülkedeki bütün erkeklere tecavüzün tacizin suç olmadığını ilan etmişsindir.


Bir kadın olduğum için bunları yazmak benim görevim, o taciz edilenler benim hemcinsim, benim kardeşlerim ve bu benim midemi bulandırıyor. Ağır gelebilir yazı, ama gerçekler bunlar. Gözlerimizi kapatıp kabullenedebiliriz, başımızı eğip yürümeye devam da edebiliriz, hiç bir şey olmamış gibi yapabiliriz. Böyle yaptıkça tecavüz edenlerden, taciz edenlerden hiç bir farkımız olmadığını kabul etmiş, en az o suçları işleyenler kadar iğrenç bir kişiliğe sahip olduğumuzuda kabul etmiş oluruz. İstanbul’u çok seviyorum, ama kadınsan ve eğer bu şehre veya bu ülke’ye adım atıyorsan, her şekilde suçlusun, aksini iddia eden ise hayatında hiç İstiklal caddesinde gezmemiştir. Net. 

Thursday 14 August 2014

Hani Biz Marjinaldik?!

Şimdi gündemimizde olan en azından beni her allahın günü şahit olduğum veya günde bir doz olsun aldığım bir muhabbetden bahsetmek istiyorum. Nişan ve Evlilik. Ay allahım o kadar fazla bu konunun içindeyim ki bir seneden fazladır hastalar oldum. Nişan deyince bir taraflarım kaşınmaya falan başlıyor. Öncelikle, üniversite’yi bitirdik, etrafımızda tanıdığımız bizden bir kaç yaş büyük kişiler, aynı okula gittiğimiz bayan ve bay arkadaşlarımızın nişanları gündemde hep. Ben burda daha nerde içsem, daha nerde dağıtsam derdindeyken onlar yuva kurmakta ilk adımlarını atmışlar bile.

Biz mi daha olgunlaşamadık yoksa onlar mı daha çabuk olgunlaştı? “Onlarda mı nişanlandı??!” Diye tepki verdiğimizde ise “Eee kaç senedir beraberler bir isim konulması lazımdı.” Diye cevaplar alıyorduk. Yahu, ne ismi? Zaten bir ilişkileri varmış, neyin ismi? Kimin için? Hayır yani Üniversite bitti, eh bundan sonraki adım bir iş bulup evlenmek. Nee?! Efendim? Efendiler yesin bizi.

İçten içe istiyoruz abi evlenmeyi, nişanlanmayı. Yokmuş ben evlenmem, önce kariyermişde bilmem ne. Yalan dolan. Evlenmek için eğitildik. Çocukluktan beri düğünlerde küçük gelin olmuşluğumuz var, hop bilinçaltına anında etki bir. Ben çocukken ne zaman düğüne gitsem gelinlere hayran hayran bakarım, böyle peri gibi olmuşlar gibi gelirdi ve bütün ilgi onların üstünde. Gelin ile damat içeri girerken bütün gözler gelinde, dikkatinizi çekiyorum “gelinde”! Çünkü damat işte aynı takımı giyiyor gibi geliyor bana ama gelin dedinmi hep farklı bir gelinlik ve hep farklı bir güzellik.

Amerikan filmlerine bakalım, benim en sevdiğim dizilerden biri Sex and the City, orda bile evlilik için yanıp tutuşuyorlar. Diğer bütün filmlerde de evlilik baş rolde, tanışıp aşık olup sonra saçma sapan bir nedenden ayrılıp sonu saçma sapan bir yerde evlilik teklifi ile sonuçlanıp sonsuza kadar mutlu yaşadılar ile kapanıyor. Alın bilinçaltına bir başka etki. Kafamızda o son sahne varya, evlendikten sonra sonsuz bir mutluluk resmi yerleşiyor kafamıza, sanki evlilikte bütün gün evde o şekilde takılıyorlar. Biri de çıkıp sonrasında ne oluyor diye cevaplamıyor. Misal ben bu sene gerçek boşanmalarla hukuk okuduğum için ders sayesinde karşılaştım. Gerçekten happily ever after diye birşey yokmuş.

Her kızın içinde vardır abi bu gelin olma hayali kimse yalan söylemesin. Şimdi düğünlere bile gittiğimizde gelin buketi atılma merasiminde bir çok kızımız “Ay yok ben hiç gelemem öyle saçma adetlere ama alem olsun diye gidelim bakalım” deyip o buket havalanınca gözler hedefe kilitlenip onun kendisine gelmesi için bana gel bana gel diye içinden dua etmeyen yoktur. Eğri oturup doğru konuşalım o buketi çok kapmak isteyip hiç kapamadık arkadaşlar. Gelin buketini kapmak saçma, nişanda kurdele yutmadık bile, hatta telli baba türbesine bile gitmedik. Hiç, biz marjinaliz, inanmıyoruz, saçmalık.

Ama sorsan “Yok yeaa ben evliliğe karşıyım, kariyerime odaklıyım hiç inanmam öyle şeylere, birlikte yaşamak evlilikten daha güzel. Hem daha çok gencim, gezip tozucam hiç bana göre değil öyle evde oturup usturuplanmak.” Hayır, genlerimizde var düğün, nişan, kına adeti, her türk kızının genlerinde bulunan bir kod bu nede olsa yapacak pek bir şey yok. Hem ne bu havalar, sevdiğin erkek önünde diz çöküp, elinde kocaman bir taş ile benimle evlenirmisin dediğinde, öyle kalır evet diye çığlık atarsın.

Aman sonumuz havada gelin buketini yakalamaya çalışığı pistin orta yerine boeing 380 gibi iniş yapan bekar hanım kızımız gibi olmasında. Eninde sonunda o kına yakılacak, o kız isteme olacak aga. Sen istediğin kadar marjinal takıl bizde elalem mensubu anneanneler, toplum baskısı altında kalmış aile bireyleri ve hele de küçük bir toplumda yaşıyorsan, yerler senin marjinalliğini türk kizi.